Bu satırlar yazıldığında Türkiye seçimlerinin ilk turu bitmiş ama daha kesin sonuçlar açıklanmamıştı. Ama herhâlde görünen o ki Amsterdam’a gidip yine oy kullanacağız. Fakat ben nasip olursa ancak 23 Mayıs’ta Hollanda’ya dönmüş olacağım ve o tarihten sonra sandıklar olacak mı bilmiyorum henüz.
Aslında benim siyasi konulara dönük yazı yazmamam lazım, çünkü tahminlerim hiç tutmuyor. ‘Benim adayım kardeşim Abdullah Gül’ dediğinde duygulandığımı hatırlıyorum, heyhat ne için duygulanmışım!
“Ahmet Davutoğlu kardeşim” dediğinde de ‘yerinde bir tespit’ diye düşünmüştüm, heyhat ne için sevinmişim.
“Acaba bir veliaht düşünülse kim olabilir?” diye zihinlerimizi yokladığımızdaki isimler kimlerdi: Bülent Arınç, Babacan? Heyhat ki ne heyhat, ben bu işi hiç bilmiyormuşum.
Şimdilerde de ortalıkta Saadet Partisi’ni eleştiren bir mail dolaşıyor, ki benim de mailime hiç tanımadığım bir mailden gönderilmiş. Heyhat ki onlar da bu işi hiç bilmediklerinden yakınıyorlar.
Peki biz nerede yanlış yaptık:
İster istemez düşündüm ve ortada öyle çok sofistike bir durum olmadığı ortaya çıktı.

Tartışmalı bir durumdaki taraflardan birisi iki şahit gösterir Hz. Ömer’e. O da şahitlere sorar: “Komşuluğunuz var mı, yok. Ticaretiniz var mı, yok. Yolculuğunuz var mı, yok. E ne demeye şahit oldunuz? Arada sırada mescitte görüyoruz…”
Hz. Ömer de onların şahitliğini kabul etmemiş.
Siyasette, ticarette, ortaklıkta yani kanaat getirilecek konularda bir isim telaffuz etmeden önce şahitlik ölçüsünü esas alabilir miyiz? Pratik olarak bakıldığında hayır. Yani onlarla yakın temasımız olamayacağına göre, kendi adıma şu sonucu çıkardım: Örneğin sosyal medyada İstanbul’daki bir belediye başkanı parlatılıyor ve ben de bu manzarayı hoş buluyorum. Ama sonuçta sahnenin önünde bir algı oluşuyor. Fakat sonuçta kendisini tanımıyoruz. O zaman geçmişten alınan derslerden çıkan sonuç: Sadece ve sadece sessiz kalmak, bir fikir beyan etmemek, fikrini kendine saklamak. Oh be, ne rahatmış!!!

Feyenoord ve Orkun
Feyenoord 2017’den sonra şampiyonluğu yakalamış. Maçları çok yakından takip eden biri değilim. Biraz milliyetçi takipçiyim (yeni terim uydurdum.) Salah’tan dolayı Liverpool’u, İlkay’dan dolayı City’i, Orkun’dan dolayı Feyenoord’u uzaktan uzaktan izledim. En son şampiyonluk maçına çıkmadan, tünelde Orkun’un dudaklarını kımıldattığını, saha içinde ise maç başlamadan ellerini kaldırıp dua ettiğini görmek ne kadar hoştu. Maçın 3-0 skoru Feyenoord’un da şampiyonluğunun ilanı da oldu. Yazının yazıldığı şu anda Coolsingel’de kutlama yapıyor olmalılar. Kupayı da kaptan olarak ilk Orkun kaldıracak. Tebrikler.
Bazen Doğuş olarak kendimize kızmıyor değilim. Doğuş Rotterdam demek, Orkun Rotterdam’ın çocuğu. 21 yaşında ve gençliğinin baharında. Bir gün bir yemeğe Orkun’u çağırıp da tanışmadık. Buralara nasıl gelmiş, nasıl bir çocukluk yaşamış? Oruçlu olarak maç yaptığını gördük. İnancın hayatındaki önemini, yerini konuşmayı çok isterdim. Heyhat ki ne kadar ihmalkârız.
Doğuş adına röportaj yapmak istediğim çok isimler oldu: Yine futbol dünyasından hakem Serdar Gözübüyük ve medyadan Fidan Ekiz vs. Yani aslında konuşacak çok insan var.
Kısmet, belki bir gün.

“Müslümanların bu noktada ciddi ihmalinin olduğunu düşünüyorum”
Türkiye’deki seçimlerin Hollanda medyası tarafından nasıl görüldüğünü kısmen de olsa takip ettik. Hiç bir sürprize yer bırakmadılar. Hele hele NOS muhabiri Mitra Nazar’ın haberleri üzerinde ciddi bir analiz yapmak lazım. Bir tarafı İranlı olan bu bayanın haberleri için şunu söylemeyi çok isterim: Tarafsız gazetecilik diye bir olgu yoktur ve olamaz. Tarafsız bir insan olamayacağı gibi, tarafsız bir gazeteci de olamaz. Belki biraz vicdanlı, belki biraz adil olmaya çalışabilir bir birey, ama tarafsız olamaz. Olamaz çünkü insan, tercih ettiği dünya görüşüne göre, kendi karakterine göre olaylara bakar ve bir kanaate ulaşır.
M. Nazar’ın yayınlarında ise bir başka boyut var. O da ortada düşmanca bir dilin varlığı. Sürekli tek yönlü ve nefret dilini kullanıyor. Sessiz kalmamak için NOS redaksiyonuna iki kez mail attım.
Türkiye’deki seçimleri takip etmek için Türkiye kökenli bir başka bayanı Türkiye’ye göndermişler ve Mitra’dan daha insaflı bir haber yaptığına şahit olduk. Tek yönlü değil, her iki tarafın da görüşlerini yansıtmaya çalışıyor Gülşah Hanım. Tebrikler.

Koyunun olmadığı yerde keçiye “Abdurrahman Çelebi” derlermiş. Açıkçası, Hollanda’da yaşayan muhafazakâr Müslümanların bu noktada ciddi ihmalinin olduğunu düşünüyorum. Hollanda’da doğmuş ve büyümüş, üniversite eğitimi almış samimi, inançlı gençlerden bir kimse çıkıp da Hollanda ulusal medyasında gazeteci olmak gibi bir hedef koymamış. Koymamış çünkü 30 yıllık Hollanda hayatımda ne NOS haberlerinde, ne tartışma programlarında, ne De Wereld Draaid Door gibi programlarda ne bir konuşmacıya ne de bir muhabire denk geldim. Tek tük bir kaç tane Faslılara denk geldim. Onlar da doğru düzgün İslami referanslara hâkim olamadıklarından ya “aşırı” yorumlara kaçtılar ya da onlara şirin görünmek için ortaya “ucube” denilecek yorumlar yaptılar. Bunlarla 11 Eylül’den sonra ve Hollanda’daki önemli figürlerin öldürülmesinden sonra yapılan programlarda sık sık karşılaştık.

Burada en çok dikkatimi çeken ve kafamda soru işaretleri oluşmasına neden olan konu şu: Dışarıdan bakıldığında mayınlı tarla gibi görülen medya alanına kimse cesaret edemeyip modern tabirle konfor alanından çıkmayı gereksiz görerek atıyorum öğretmenlik, işletme, hukuk, ekonomi, management gibi dalları mı seçiyorlar? Seçiyorlarsa, bırakın Bram Vermeulen, Lucas Waagmester ve en son da M. Nazar gibi tipler sadece Batı gözlüğüyle haber yapsınlar, biz de avukat, öğretmen gibi sadece onları izleyip oturduğumuz yerden şikâyet edelim ve 25 yıldır yayın yapan Doğuş gazetesi için bir stajyer bile bulamayalım.

Fas
Mayıs ayında 9 günlüğüne Fas ziyaretimiz oldu ve batı yakasını güneyden kuzeye doğru 600 km kadar sahil şeridini gezmek nasib oldu. Kısmet olursa bunu bir gezi yazısı olarak yayınlamayı isteriz. Bu gezi süresinde dikkatimi çeken bir kaç noktayı paylaşmak isterim:

– 5, 5 yıl kadar önce gittiğimdeki Euro-Dirhem paritesi hiç değişmemiş. Dünyada bir pandemi ve ardından Rusya-Ukrayna savaşı yaşanmasına rağmen, parite yerinden oynamamış.
– Meyve fiyatları hariç yeme-içme, taksi ve otel gibi fiyatlarda da hiç bir değişiklik yok. Yani enflasyon hiç yok. Hollanda’da son iki yılda fiyatların nerelere uçtuğunu hepimiz gördük.
– Fas’ın, kendi petrolü yok ve bu konuda dışa bağımlı. Öyle olduğu halde dizelin litresi 0,70 cent seviyesinde. Bu nasıl finanse ediliyor?
– 1-2 yıl kadar önce Fransız bir şirket Fas açıklarında gaz buldu ve bunun sadece % 20’sini Fas’a veriyor ve modern sömürgecilik devam ediyor.
Yani kafamda sorular sorular. Türkiye’de bir zaman böyle idi ve kişi başına düşen millî gelir 12.000 dolara kadar yükselmişti. Ta ki rahip Bronson olayına kadar. Ondan sonra nasıl oldu da toplum daha da fakirleşmeye başladı? Bu iş nasıl oluyor sahiden?
Trump, ‘bunu ben yaptım, yine yaparım’ diyordu. Sahi bu işler nasıl dönüyor?

Bir de otel sorunumuz var: Siz de karşılaşmışsınızdır. Hangi ülkede olursanız olun, bu Türkiye’de olabilir, Fas da olabilir, insanların otellerdeki sorumsuzlukları: Hem kendi odalarında hem de otel koridorlarında gecenin bir vakti bağıra bağıra konuşmaları. En son sabahın 07:30’da karşı odadaki karı kocanın bağıra bağıra konuşmaları ve artık sizde bir dirhem uyku bırakmamaları. O dem kendi evinizde olmayı istiyorsunuz tabii ki. Demem o ki, otelde kalmak hiç güzel değil.
Allah’ın insanların evlerine verdiği huzur nimetini anlatmak ise bir başka yazının konusu olsun artık.

Ergün Madak —◄◄