İslam geleneğine bağlı olmakla birlikte, bu geleneği içinde yaşadığı çağın diliyle yeniden yorumlayarak yazı ve şiire döken Sezai Karakoç, “gerek sanatın gerekse sanat adamının varoluş şartının ‘çile’ olduğunu” söyler. Karakoç’a göre sanatçı her şart ve imkânda ‘çile adamı’dır. Bu yüzden çilesini çekmeyen ve doldurmayan deha, deha değildir. Bu minvalde sanatçıya maddî imkândan ziyade, manevî imkân verilmelidir.
Şiirden söz edildiğinde, şairle birlikte şiirin muhatabına da değinmemiz gerekir. Çünkü şair şiirini, insanlar tarafından okunması amacıyla yazar. Hatta Sezai Karakoç’un, “sanatkârın en büyük korkusunun ilgisizlik olduğunu” söylemesi dikkat değerdir. Dolayısıyla şairin başlıca amacının, şiirinin ilgi görmesi olduğunu söyleyebiliriz. Büyük şairler açısından gösterilen ilgi, maddî menfaat ya da kibirle sonuçlanmaz. Zira iyi bir şiir, okuyucuyu değiştirme, büyüleme ve kalbine hitap etme gücüne sahiptir. O hâlde şiirle amaçlanan, okuyucu açısından bu değişimin gerçekleşmesini sağlamaktır.
Şimdi bu değişim üzerinde durabiliriz.
Nasıl ki şair bir ‘çile adamı’dır, okuyucu onun kadar olmasa bile, bu uğurda çile çekmesi gerekir. Aslında hayatın her alanındaki başarı ve güzelliklerin kökeninde de çilenin yattığını görebiliriz. Nitekim Mevlânâ, “derdin (çilenin) her işte insana rehber olduğunu” söyler. Çünkü bir kimsede bir işin derdi, heves ve aşkı içinde ortaya çıkmadıkça, kişi o işe kastetmez ve o iş dertsiz ona nasip olmaz. Mevlânâ bu durumun hem dinî hem de dünyevî meseleler için geçerli olduğunu belirtir.
Şairin çilesine ortak olmak için, okuyucu evvela şairin hayatından ve düşünce dünyasından haberdar olmalı, kelime hazinesini genişletmeli, genel anlamda şiir hakkındaki temel bilgilere vakıf olmalı vs. Burada sayılan şartları, şiiri anlamanın ön koşulları olarak görebiliriz. Hatta bu şartları yerine getirmeden, şiir lafzi açıdan bile anlaşılmaz. Fakat asıl mesele, yukarıda bahsedilen değişimin vuku bulmasıdır. Bir başka ifadeyle asıl mesele, şiirin özüne nüfuz edebilmektir.
Bu bağlamda şairin çilesine ortak olmaya mani iki temel nedenden bahsetmenin mümkün olduğunu düşünmekteyim.
Byung Chul-Han modern insanı, ormandaki hayvanın durumuna benzetir. Şöyle ki, ormanda yaşayan hayvanın, yemek yeme esnasında birçok hususa dikkat etmesi gerekir. Mesela hayvan, yemeğin başka hayvan tarafından yenilmemesini sağlamalıdır. Keza yemek esnasında kendisini ve ailesini düşman tarafından koruması gerekir. Dolayısıyla hayvan yemek yerken bile dikkati başka yerlerde olduğu için, belirli bir konuya yoğunlaşma imkânına sahip değildir.
Byung Chul-Han’a göre modern insanın durumu bundan farksız değildir. Zira modern insanın dikkati, evde, işyerinde, yolda, arabada, otururken, hatta uyurken bile sürekli telefondan gelen mesajlar yüzünden dağılmaktadır. Oysa insanlığın kültürel alandaki başarılarının kökeninde, tefekkür yatmaktadır. Buna erişebilmek için insan yavaşlamalı, durmalı ve acele etmemelidir.
Walter Benjamin’in isabetle belirttiği gibi, nasıl ki insan bedeni dinlenmek için uykuya ihtiyaç duyar, insanın ruhu da dinlenmek için sıkılmaya (intensieve verveling) ihtiyaç duymaktadır. Çünkü tarih boyunca ortaya konan büyük sanat eserleri telaş sonucunda değil, sıkılmanın sonucunda ortaya çıkmıştır. Telaşla yapılan işlerde, yenilik ortaya çıkmaz. Sadece var olan – günümüzde sıkla rastladığımız gibi– yeniden üretilir.
Öyleyse yaşadığımız çağda dikkatimizin sürekli dağılıyor olması, şairin çilesine ortak olmaya mani nedenlerden birisidir.
İkinci neden ise, şairle hemhal olamamakla ilgili olduğu kanaatindeyim. Hemhâl olmak ile, şairle aynı duygu ve düşünceyi paylaşmayı kastetmekteyim.
Örneğin Nurettin Topçu, Yunus Emre’nin hâlini yaşamak imkân ve kudretinden mahrum olanların, onu anlamasının beyhude bir emek olduğunu söyler. Topçu’ya göre iç yapısı tamamen yok edilmiş bir nesle Yunus’u anlatmak evham (gerçekte var olmayan şeyler) ile oyalanmakla eşdeğerdir.
Nurettin Topçu’nun şu sözleri çarpıcıdır:
‘Bugün onun (yani Yunus Emre’nin) teneffüs ettiği hakikat havasının tam zıddı olan bir kutupta yaşıyoruz. Ondaki harareti hiç anlamayacak kadar damarlarımız donmuştur. Onun çirkeflere attığı cesedi hükümdar yaptık. Bizim varlığımıza sultan olan hırslarla iştihaları o, tam altı yüz sene evvel sefillere sadaka olsun diye dağıtmıştı.’
İlk bakışta karamsar bir tablo çizen Nurettin Topçu’nun bu sözlerini, tersinden okuduğumuz zaman şairle haldaş olabilmenin yolunu göstermektedir zannımca. Bunu yapabilmek belki çok az insana nasip olacaktır. Ama bu yolun bilincinde olmakta önemli bir kazanım olsa gerek.
Yazının en başında söylediğimiz gibi, iyi bir şiir, okuyucuyu değiştirme, büyüleme ve kalbine hitap etme gücüne sahiptir. Öyleyse şairin çilesine ortak olmayı denemekte fayda var. -◄◄
alha Yıldız