Merhaba değerli dostlar.
Ramazan Bayramınızı tebrik eder ve Allah’tan af, mağfiret, hayırlı, faziletli hoş bir hayat dilerim. Bu bayramların bir güzelliği de küsleri barıştırıyor, unutanları hatırlatıyor ve yaşlılara hürmet ederek gönülleri alınıyor.
Fakat bazen bayram ve cenazeler dahi bazı küslerin barışmasına yetmiyor.
İçindeki öfke kine dönüşüyor ve gönlünün darlığı o sıkıntıyı atmaya yetmiyor.
Evet küslük, kin, kıskançlık ve düşmanlık kişiyi/sahibini yoran, içini sıkan ve yakan koca bir derttir.
“Affetmem!..” demek; onu içinden çıkaramamak, atamamak, bırakamamaktır. İçinde tutup onu kalbinde büyütmektir. Bu da kişinin kendisine bir yüktür. Bu yönden baktığımızda affetmek artık onu terk etmek, unutmak ve böylece taşıdığı ağır taşlardan kurtulmaktır.
Mücâhit şöyle anlattı:
Rasûlullah (s.a.v.); bir topluluğa uğradı, taş kaldırıyorlardı. Böylece kimin daha kuvvetli olduğu tesbit edilecekti. Rasûlullah (sav.) onlara: “Ne yapıyorsunuz?.” diye sordu.
“Bu taş kuvvet taşıdır; kimin daha kuvvetli olduğunu deniyoruz.” dediler.
“Size bundan daha zorunu bildireyim mi?..”
“Bildir yâ Rasûlullah” dediler.
Şöyle buyurdu:
“Kardeşi ile arasında düşmanlık olan biri, onunla konuşursa hem kendi şeytanını hem de kardeşinin şeytanını mağlup eder; (böylece) en büyük taşı kaldırmış olur.”
Yine Efendimiz (sav.) insanların kötüsünü/ şerlilerini anlattı anlattı ve en sonun da, “en şerlisini bildireyim mi?.” buyurdular:
-“Hatayı kabul etmeyendir. Özür dilemeyendir. Suçu (suçluyu) bağışlamayandır.” buyurdular.
Hâlbuki insanın kendisi yaptığı suç ve günahlardan dolayı daima Allah’tan aff ve bağış diler.
Öfkeye gelince o da insanı küçük düşürecek huylardandır. “Öfke gelir göz kızarır, öfke geçer yüz kızarır.” demiş atalar.
Anlatıldığına göre tâbiinden biri, bir başkasının yüzüne karşı övdü. Buna karşılık övülen şöyle dedi: “Ey Allah’ın kulu beni övme. Sen, beni öfke zamanı denedin de hâlim (yumuşak huylu ve sabırlı davranan) bir kimse mi buldun?”
“Hayır.” cevabını alınca buna benzer başka ahlâkî konularla ilgili sorularına devam etti ve yine “Hayır.” cevabı gelince; “Çok yazık! Bir kimse, bu denemelerden geçmedikçe övülmemelidir.” dedi.
Üç huy, cennet ehlinin huyudur ve bunlar yalnız kerem sahibi kimselerde bulunur:
Zulmedeni affetmek.
Mahrum edene vermek.
Kötülük edene iyilik etmek.
Nitekim, bu konuda Allah cc. şöyle buyuruyor: “Af (yolunu) seç, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.” (Âraf: 199.)
Anlatıldığına göre, bu ayet indiğinde Rasûlullah (sav.) Cebrâil’e sordu:
“Bu âyetin açık anlamı nedir?..”
Cebrâil şöyle dedi: “Yüce Rabbime sorayım, söylerim.”
Gitti, geldi; şöyle dedi:
“Ya Muhammed!.(sav.) Allah’ın sana emri:
“Sana gelmeyene gidesin.
Sana mahrum edene veresin.
Sana zulmedeni bağışlıyasın.”
Bunları yapabilmek herkes için kolay olmayabilir. Fakat, bu yüce ahlâkı/ alicenaplığı Hz. Yusuf’un kardeşlerini affetmesinde ve Hz. Muhammed’in (sav.) Mekke’de genel af çıkarmasıyla (ellerinde güç olmasına rağmen) bağışlamalarında görüyoruz.
İki tane özü ve yüzü güzel insandan örnekler. Bizi kardeşlerimiz öldürmek için kuyuya atmadı ve ölüm tehdidiyle mağaralara saklanmadık. Onlar affetti, ya biz?.. Affedebiliyor ve yine hak hukuk meselesinde helalleşe biliyor muyuz. Efendimizin (sav.) ahirete bırakmadan burada bu işi hâlletmemizi/helalleşmemizi tavsiye ediyor. Bu olgunluk ve kerîm ahlâka sahip olanlar için Allah’a el açıp aff ve bağış dilemek daha anlamlı ve makbul olacaktır.
Allah’ım, affet!
Bende sıklet, sende letafet…
Allah’ım, affet!
Lâtiften af bekler kesafet…
Allah’ım, affet!
Etten ve kemikten kıyafet…
Allah’ım, affet!
Şanındır fakire ziyafet…
Allah’ım, affet!
Âcize imdadın şerafet…
Allah’ım, affet!
Sen mutlaksın, bense izafet!
Allah’ım, affet!
Ey kudret, ey rahmet, ey re’fet!
Allah’ım, affet!
(Necip Fazıl Kısakürek)
Murat Altun—◄◄
…