Merhaba değerli dostlar, Ramazan ayına girerken başlık olarak, Marifetullah (Allah’ı tanıma/ bilme) veya hakkıyla tanı(ya)mama konusunu anlatmaya çalışacağız inşallah.
Allah, “Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.”(Zariyat 56.) buyuruyor.
İbni Abbas (ra.) bu ayette ki, “Bana kulluk etsinler diye…” ifadesini (aynı zamanda) “Beni ‘bilsinler’ diye yarattım.” manasında tefsir etmiştir. Zaten bir Kudsî hadiste Allah (cc.): “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim, mahlukatı yarattım.” buyurmuş.
Düşünsenize.. Kendi Kendine yeten, Varlığı Kendinden olan (Kıyam bi Nefsihî) Allah, ihtiyacı olmadığı hâlde (Es’ Samed), sırf ‘Kıymeti ve Hikmetinden’ dolayı âlemleri yaratacak ama yarattığı kulları hayatta çok şeyler yapacak, bir ömür yaşayıp bir çok şeyde öğrenecek fakat Allah’ı

bilmeden (ya da yarım yamalak yanlış algı ve bilgi, bir de ilgisizce) ölüp gidecek. Ne büyük bir bedbahtlık değil mi?
Bir adam Veysel Karanî’den nasihat isteyince, Veysel Karanî ona sorar: “Sen Allah’ı biliyor musun?..”
Adam, “Amennâ, iman ettim, biliyorum.” der; “Öyleyse başka bir şeyi bilme (ne gerek yok!.)” demiş.
Allah cc. Kur’an da, -Kimdir, Nedir veya Ne değildir- Kendini isimleri ve fiilleri üzerinden tanıtır.
İsimlerinin bir kısmı Haşr süresinde anlatılır. Sıfatları ile ilgili en önemli bilgide İhlas sûresindedir.

Zatıyla ilgili ayete gelirsek, “Leyseke mislihî şeyun.” (Şûrâ 11.) “O’nun benzeri (Allah’ın misli ve dengi hiç) bir şey yoktur.” buyuruyor. Aklımıza O’nun zatıyla ilgili hangi tasavvur; şekil/form, hayal, gelirse gelsin (getirmek doğru olmaz.) hiçbiri Allah değildir. O kavranmak ve kapsanmaktan münezzehtir: “Gözler O’nu idrak edemez; O, gözleri idrak eder. O, Bütün ayrıntıları Bilen’dir, Her Şeyden Haberdar’dır.”
(Enam 103.)
Rabbim bizleri ihsan şuuruyla kulluk edenlerden eylesin.

Rasûlullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Cebrail’in (as) (bildiği hâlde) “İhsan nedir?” diye sorduğunda, “İhsan, Allah’a onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor.” buyurdu.
“İhsan” aynı zamanda iyilik ve güzellik demektir.
Tüm hayatını bu şuurda yaşayan birinin yaptığı işler ve ibadetlerde kaliteli/güzel olur. Osmanlı döneminde ki çeşmelerin tavanlarının üst (görünmeyen) kısmına bile insanlar görmese de “Allah görüyor ya..” diyerek, aynı kalitede nakışlar yapılmış.

“İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez. / Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.” (Ziya Paşa.)
Ateist olduğunu söyleyenler, “Görmediğim şeye (tanrıya) inanmam!.” diyor ve Tanrının varlığının bilimle ispat edilemeyeceğini, sadece duygusal bir tercih olduğunu iddia ediyorlar. Fizikten, metafizikten ve evrenin “sonsuz” büyüklüğünden bahseden inkârcı insanın azıcık aklı, ilmi ve insafı varsa (ki yok) yaratılan evrenin içine tanrıyı sığdırmaya çalışıyor. Allah evrenin içinde mi? Öyle ise yarattığı şeyin kendinden büyük olması gerekir ki bu mantık olarak mümkün değil. Çünkü yaratılan yaratanı kapsayıp aşamaz.

Allah, bizim gibi bir zaman ve mekân içinde, üzerinden gece ve gündüzün geçtiği güneş sistemine bağlı/mecbur bir varlık mı?.. Hayır!.. Hangi dinden olursa olsun, hatta çocuklar bile “İlâh” kavramını veya “Allah” deyince, mahlûk için mümkün olmayanın Allah için normal/kolay olduğunu biliyor. Dolayısı ile Allah için yarını/ geleceği bekleme gibi bir zaruret de yok.
Onu ayetler üzerinden biliriz. Ayet sadece Kur’an’ın satırları değil, tüm varlık âlemidir.

Ayet: İz, işaret, delil, alâmet anlamlarına gelir. Ve her şey Ona işaret eder.
Ez, Zahir’dir O. Varlığının ve tüm Esmâ’sının tecellisi yarattıkları üzerinden bilinir.
El Batın’dır O. İdrak etmenin ötesindedir. Zatını görebilmek/dayanabilmek şöyle dursun, tecellisine dağ bile dayanamaz, parçalanır:
“Musa, belirlediğimiz vakitte (Tûr’a) gelip de Rabbi onunla konuşunca; “Rabbim (ne olur), bana Kendini göster, Sana bakıp (göreyim)” dedi. (Cenab-ı Hakk ise:) “Beni (burada ve dünya gözüyle) asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de Beni göreceksin.” Rabbi dağa tecelli edince, onu paramparça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: “Sen ne Yücesin (Rabbim! Dünya gözüyle Zatını görme isteğimden dolayı) Sana tevbe ettim…” (Araf 143.)

İnkârcının tutumunu sinek misaliyle anlatan bir hikâye…
Sinek ormanda uçarken bakar ki ceylan, geyik, tavşan vd. hayvanlar korkudan bir araya gelmiş tirtir titriyorlar.
Sinek, “Ne oldu böyle, neden korkuyorsunuz?..” diye sorunca, hayvanlar, “Aslandan korkuyoruz. Bizi yakalayıp parçalıyor.” demişler. Hiç aslanı görmeyen sinek, “Nerede bu aslan, gösterin bana hemen haddini bildireyim!..” demiş. Onlarda, “Şu tarafa doğru gitti.” demişler.
Bizim ufaklık uçmuş uçmuş derin bir ormana iniş yapmış. (Yani aslanın yelesinde/göğsündeki uzun kılların arasında kaybolmuş.)
Ve “Ey aslan, erkeksen çık karşıma!..” demiş. Teşbihte hata olmasın, ateistlerin durumu bundan daha komik ve daha beter.
Yaratanı görmek, kavramak ve kapsayabilmek şöyle dursun yarattığı âlemin ne kadarına erişip görebiliriz ki?..

“Işık yılı ile ifade edildiğinde mesafeler kısa gibi görünse de en hızlı uzay aracı ile (şu anki rekor, saatte yaklaşık 265.000 km hıza ulaşan Juno uzay aracında) Proxima Centauri (yıldızına) gitmemiz 17.000 yıldan fazla sürer.” Kur’an’da Allah cc., “Biz, en yakın göğü yıldızlarla süsledik…” (Saffat 6.) buyuruyor. Gökler yedi kat olduğuna göre bu ayete (Saffat 6.) göre yıldızların birinci kat semâda olduğunu söyleyebiliriz.
Bir de Allah’ın sürekli gökyüzünü genişlettiğini de aklımızda tutalım. (Zariyat 47.) Daha birinci kat semânın büyüklüğünü kavramak hayrete düşürürken yedi kat semâyı ve yedi kat yeri de eklersek bunun çapını hangi matematik ve hangi zihinle tahayyül edebiliriz?..
Bitmedi.. asıl mesele bundan sonra başlıyor. (Devamı gelecek sayıda) —◄◄