Merhaba değerli dostlar,

günümüz ve akıbetimiz hayrolsun.

Kendimizi hayatın akışına bıraktık gidiyoruz bakalım…

Evet, şairin de dediği gibi: “Kapıldım gidiyorum, bahtımın rüzgârına; ‘Ey ufuklar!’ diyorum, yolculuk var yarına.”

Ömrümüz bir gün mesabesinde ve akşama ne kaldı ki?..

Efendimiz (sav.) “İki günü eşit olan zarardadır.” buyurmuşlar. Eğer bu sözü her gün zihnimizde taze tutup her günümüze başlarken bir değer daha katsak, elde ettiğimiz sevap ve fazileti hesap edebilir miyiz?.

Bizim iyilik ve hayır konusunda tembelliğimiz elde edeceğimiz yüklü hazineyi göremediğimizden dolayıdır.

Çünkü bunların çoğu bize ğayb’dır. (Elle tutulur, gözle görülür bir durumda müşahhas değildir.)

Allah cc., “De ki, …eğer ğaybı bilseydim daha çok hayır yapardım ve bana kötülük gelmezdi.” (Araf 188.) ayetinde buyurduğu gibi, yaptığımız iyilikler, sevaplar somut/maddâ bir hâle dönüşse; mesela bir verip yedi yüz veya daha fazla bir kârı (Bakara 261.) nakit olarak anında görsek, alsaydık ne olurdu?..

Her dakikayı ganimet bilir, gece gündüz çalışır, hizmette kusur etmez himmetimizi âli tutardık değil mi?..

İşte o zaman “imtihan” diye bir şey kalmadığı gibi ne “kafir” ne de “münafık” kalırdı. Herkes tüm varlığını hakka adar ve hayırda yarışırdı. Hoş, çalışan ve yarışanlar da yok değil hani!.

Bu hayatı yaşarken bir çok kişiye öykünüp bir çok karakteri kendimize model/örnek edinebiliriz. Normalde haset etmek veya kıskanmak caiz değil ama bir yerde “Kıskanmanın” yani “gıpta” etmenin teşvik edildiğini görüyoruz.

Nasihat ve hatta vasiyet niteliğinde olan bu bilgiyi sevgili Efendimiz (sav.) bize veriyor:

“Ancak iki kişiye gıpta edilir. Bunlar, Allah’ın kendisine verdiği malı hak yolunda harcayan kimse ile Allah’ın kendisine verdiği ilim ve hikmete göre karar veren ve onu başkalarına öğreten kimsedir.” (Buhârî, Zekât, 5)

İnsanın Karun’laşmaktan kurtulması için imkânlarını kendinden değil Allah’tan bilmesi gerekir. Bu erdeme sahip olan kişi bunların (para ve malların) birer sınanma vesilesi olduğunu bilir ve Allah yolunda tasarruf ederken tereddüt etmez. Bu inanca sahip olan kişiye -kolay olan cennet yolu- daha da kolaylaştırılır.

“Onun için kim (elinde bulunandan) verir, Allah’a karşı gelmekten sakınır ve en güzel sözü (kelime-i tevhidi) tasdik ederse, biz onu en kolay olana (cennet yoluna) kolayca iletiriz.”(Leyl Sûresi 5-7)

Buna mukabil, devamındaki ayette cimrilik eden ve hakkı hakikati de reddedene, “zor” olan cehennem yolunun “kolaylaştırılması” ifade ediliyor: “Kim cimrilik eder, kendini müstağni sayar, en güzeli de yalanlarsa, biz de onu en zora (cehenneme girmeye) -kolay kılarak- hazırlarız. Düştüğü zaman da malı kendisine hiç fayda vermez.” (Leyl Sûresi 8,9,10, 11.)

Fakat bu hayırları yaparken gözü kapalı vermeden önce kim, “Allah adıyla” aldatıyor, kim, “Hizmet” “Himmet” “Kur’an” “Ümmet” gibi vs… İslam’ın değerli kavram ve sembollerini kullanarak topluyor ve sonra da sadece kendi yandaşlarını semirtiyorsa; İslam’ın “ihvanı” uhuvveti (kardeşliği) tüm inananları kapsarken (Hucurat 10.) bunların “ihvanı” kendilerinden başkasına dokunmuyorsa o zaman kusura bakmasınlar ve teşbihte hata olmasın, bu “Biraderler Rotary Kulübünü” basiretle inceleyip iyice tespit ve tefrik etmemiz gerekiyor. Değilse elbette dünyanın en ücra yerlerine kadar hizmet götüren teşkilat ve hayır kurumlarımızın hizmet ve gayretini takdir ediyor ve -Afrika’da su kuyusu, deprem ve savaş bölgelerinde yaşam ve barınma tesisleri, kurban, zekât ve ramazan kumanyaları gibi yüzlerce hizmetlerini- aynel yakin müşahede ediyoruz.

İlme gelince…

Ebu Hureyre -radıyallahu anh-’den- merfû olarak rivayet olunan hadiste şöyle buyrulmuştur: “Dünya mel’undur (lanetlidir), dünyada olan her şey de mel’undur. Sadece Allah Teâlâ’yı zikretmek, O’na tabi olan şeyler ve ilim öğreten âlim ve öğrenmek isteyen öğrenci müstesnadır.” [Hasen Hadis] – [İbn Mâce rivayet etmiştir – Tirmizî rivayet etmiştir]

Bakınız hadis, hem övdüğü hem de yerdiği mevzuları vurgulayarak ifade ediyor ki

durumun vahametini kavrayalım. Neden “Dünya ve içindekiler mel’un’dur /lanetlidir.” Doğru bir amaca uygun kullanılmadığı zaman, anlamını yitirdiği için değerini de yitirmiştir. Rahmandan bağını (zikrini, şükrünü, ibadetini) kopardığından dolayı lanetlenmiştir.

Yoksa her asırda olduğu gibi tüm varlığını ya “Ekmek davası”na adayanlar; ya verilen aklı ve iradesini kendi hevasına kullanarak hakikatten kopuk, düşünceden yoksun olanlar; ve bir de, “Hayat, ancak bu dünyadaki hayatımızdır. Ölürüz ve yaşarız; bizi ancak zamanın geçişi yokluğa sürükler” derler.” (Casiye 24.) diyenler ahireti/ hesap gününü bırakıp sadece “Varsa yoksa bu dünya” deyip “dünyevileşenler” bu lanete müstahak olanlardır.

Bu bağlamda en bahtiyar kişi, hem malını hem canını hem de Allah yolunda seferber ettiği ne varsa -varını yoğunu- en kıymetli bir ibadet, en aziz en şerefli bir nimet ve aldığı her nefesi de boşa gitmeyen mübarek/kârlı bir ticaret bilmesi gerekir.

İşte bu şuurda yaşayan ve infak eden kişinin amel defteri sadece yaşarken değil öldükten sonra da kapanmaz. Bununla ilgili meşhur hadisi şerifi hatırlayalım: “İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.”

1- Sadaka-i Cariye:

Yani, hayrı devam eden iyiliktir. Herkesin faydalandığı ve varlığı devam ettiği müddetçe sevabı da devam eden hayırlardır. Câmi ve mescidler, mektep ve medreseler, yollar ve köprüler, çeşmeler ve sebiller, hanlar ve hamamlar, her çeşit hayır vakıfları bunun örneğidir. Bunları yapanların, yapımına katkı sağlayanların amel defteri kapanmaz ve sevabı sürekli olur.

2- İstifade edilen ilim:

İnsanın öğrendiği ilmi, elde ettiği bilgiyi başkalarına öğretmesi en büyük hayırlardan biridir. Bunun çeşitli yolları ve şekilleri vardır. Talebe yetiştirmek, kendi ilmini ve bilgisini onlara öğretmek en önemlisidir. Bunun yanında kitap yazmak, gazete, dergi ve buna benzer mecmuaları yayınlamak. Günümüz teknolojisinde modern imkânlarından faydalanarak disketlere aktarmak, kasete ve filme almak, onların muhafaza edildiği ilmi araştırma merkezleri kurmak, konferanslar ve seminerler vermek, kısaca ilmini ve bilgisini kendisinden sonraki nesillere bir şekilde aktarmak, kişinin amel defterinin kapanmamasına ve sevabının devamlı olmasına vesile teşkil eder.

Tabiî ki bu ilim ve bilgilerin faydalı ve hayırlı olması önemli ve şarttır.

Efendimiz (sav.) dua ederken “Rabbim faydasız ilimden sana sığınırım.” diyerek faydasız ilmin zararına dikkat çekmiştir.

3- Salih Evlat:

Anne babaya düşen en önemli görev, çocuklarını iyi bir Müslüman olarak yetiştirmektir. Böyle bir evlat, ölümlerinden sonra anne babasına kendisi dua ettiği gibi, başkalarının da dua etmesine vesile olan işler yapar. Düşünün lütfen, namaz kılan bir evladınız var ve, “Rabbenağfirlî veli vâlideyye… – Rabbim beni ve ana-babamı bağışla…” diye (senede bir değil) her namazda size dua ediyor. Ne büyük bir saadet değil mi?..

İşte bunlar Allah ve rasûlünün övdüğü işler ve şahsiyetler. Bir de sırf bencillik ve kibirden kaynaklı anlamsız, erdemsiz övünülen ve kıskanılan şeyler var ki…

Demek ki gece-gündüz çalışıp ömürden ömür tükettiğimiz ve ahiretimizi heba ettiğimiz bir çok mal mülk ve bu gibi şeyler ihtiyaçtan dolayı değil de gösteriş ve övünmek içinmiş.

Onu da yine Rabbimiz şöyle haber veriyor:

“İyi bilin ki dünya hayatı ancak bir oyundan, bir eğlenceden, bir süs ve gösterişten, aranızda bir öğünmeden, mal ve evlatta çokluk yarışından ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibi ki, onun bitirdiği ekinler çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kuruyuverir de sen onu sapsarı kesilmiş görürsün.” (Hadid 20.)

Rabbim kurumayan, solmayan, yemişleri daim olan “Gök ekinleri” ekmeyi bizlere nasip eylesin.

Murat Altun                          —◄◄