Merhaba değerli dostlar,
Bu yazıda biraz kalbe dokunacağız.
Çünkü, bütün davranışların/ amellerin bağlı olduğu merkezi nokta kalptir.
(“Ameller niyetlere (Kalbe) göre değer ifade eder.”)
O selîm olunca tüm vücut (uzuvları) her türlü eğrilikten selim ve müstakim olurlar.
Kalbi selîm olanın fikri de selîm olur. Fikri/düşüncesi selîm olanın zikri, (konuşması) ve tüm yaşamı hakiki bir amaca yönelik olarak selîm (doğru, dürüst, istikametli) olur.
“Yevme Lâ yenfe’u mâlun velâ benûn,
İllâ men eta(A)llâhe bikalbin selîm.”
(“O gün ne mal fayda verir, ne de evlat.” Ancak Allah’ın huzuruna (tertemiz bir) selîm kalple gelenler kurtulur!”)(Şuara 88-89.)
Ruhî-i Bağdadî diyor ki;
“Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler,
Yevme lâ yenfeu’da kalb-i selîm isterler…”
(“Ey hoca; sanma ki senden altın ve gümüş isterler,
Hiçbir şeyin fayda vermeyeceği günde, tertemiz ve sapasağlam bir kalp isterler.”)
“Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.” (Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9; Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539)
Ne mâl/mülk, ne makam, ne de evlat (nüfuz sahibi olmak) eğer kıyamet gününde fayda vermeyecekse, burada bunlarla övünmek büyük bir cehalet ve aldanış değil midir?..
“Para önemli değildir” demiyorum, hem de çok önemli.
Mal mülk doğru kullanıldığı sürece hayırdır, sevaptır ve cennete vesiledir. Malın, evladın sorun oluşu, onların birer araç ve imtihan olduğunu unutup amaç ve put hâline getirip Allah’a eş koşmaktır. Allah’a eş koşmak (şirk) demek, şirk koşulan şeyleri Allah’a ibadet eder gibi karşısına geçerek fiziken rükû, secde etmek demek değildir.
Peki nedir şirk?.
Kalpte onları kökleştirip tüm ruhunu ve bedenini sarması, düşünce ve amelde mesailerini harcayıp ibadetin yerini alması, kalben onlara secde sayılır. Allah’a ibadeti bırakıp veya ihmal edip dünyanın bu ziynetlerine yönelmek o kişinin kıblesi demektir.
Allah’ın insana yaşamda kolaylık olması için birer vesile/araç kıldığı, “Mallar ve evlat” aynı zamanda “fitnedir“ yâni imtihanımızdır.
Sorun bu imtihan araçlarını bağlamından (varoluş anlamından) koparıp ‘amaç’ hâline getirmektir. Bu anlayış hem Yaratana, hem yaratılana, hem kendine karşı yapılmış bir haksızlıktır. Yani saçmalıktır (zulümdür.)
Kur’an göre ise, “En büyük zulüm, şirktir.” (Lokman 13.)
Aynı zamanda Allah’ı terk veya ihmal ederek nimete tapıp o nimeti vereni unutmak, ahmaklık ve nimeti küfür/ nankörlüktür.
Yüce insan Hz. İbrahim yukarıdaki ayette kurtuluşun ‘Kalb-i Selîm’e bağlı olduğunu söylüyor da, bu “Kalb-i Selîm” nedir?
Kalb-i selîm”in özellikleri şunlardır:
– Küfür, şirk ve şüphelerden arınmış,
– Her türlü cehâlet ve kötü huylardan temizlenmiş,
– İman esaslarına samimiyetle inanmış, mânen sağlıklı,
– Sünnet-i seniyyeye gönülden bağlı olup bid‘atlerden uzak duran,
– Mal ve evlât sahibi olduğu için şımarmayan tertemiz bir kalp.
İsmâil Hakkı Bursevî “kalb-i selîm”in üç mühim vasfını şöyle açıklar:
– Hiç kimseyi incitmeyen kalp,
– Hiç kimseden incinmeyen kalp,
– Her türlü duygu, düşünce, söz ve fiilinde devamlı Allah Teâlâ’nın rızâsını arayan kalp.
Esas gâye dünya hayatında mal ve evlat engeline takılmadan ilâhî huzura böyle bir kalp ile varabilmektir. Nitekim İbrâhim (a.s.)’ın bu duası da kabul olmuş ve hakkında: “İbrâhim Rabbine kalb-i selîmle geldi”(Saffât 37/84) buyrulmuştur.
“İnsan var ya, Rabbi ona imtihan için ikramda bulunduğunda ve onu nimetlere boğduğunda, “Rabbim bana ikram etti” der (mutlu olur).
(Fakat) Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise “Rabbim beni önemsemedi” der (mutsuz olur). (Fecir Sûresi 15- 16.)
İnsanların çoğunun kavrayamadığı veya kabullenemediği; “Olunca, kazanınca şımarmayan, kaybedince üzülmeyen bir kalp, ‘Kalb-i Selîm.’ imiş.
Yani Allah’ın takdirine “Kadere iman” etmektir. Yani “Kullar arasında mal ve makam yönünden taksimine rıza göstermektir.”
“Yeryüzünde vuku bulan veya başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılı olmasın. Kuşkusuz bu Allah’a göre kolaydır.
Kaybettiklerinize üzülmeyesiniz ve O’nun size verdikleriyle şımarmayasınız diye (böyle yapmıştır). Allah kendini beğenen, böbürlenen hiç kimseyi sevmez.” (Hadid 22-23.)
Bir de, ‘Kalb-i Selîme’ ermek için “Kalbi tasfiye” (yabancı, yalancı, zararlı ve zehirli maddelerden arındırmak) gerek:
– Şaka da olsa “beyaz yalan” denilen gerçek dışı tüm sözleri bırakıp adam gibi gerçekleri konuşmalıyız. Çünkü, “kişi yalan söyleye söyleye (ahlâken tam bir yalancı olur) ve kıyamette yalancılardan yazılır.” buyuruyor Efendimiz (sav.)
– Şüpheli ve lakayt her söz ve fiilden uzak durup, net ve mert tavırlar ortaya koymak mü’min (Emin/ güvenilir) olmanın karaktere yansıması (vücut bulması) demektir.
– Kibir/ benlikten kurtulup tevazu sahibi olmak.
– Her iş ve ibadette riyayı (gösterişi) bırakıp Allah’ın rızasını gözeterek (samimi/ ihlaslı) olabilmek.
– Kaba saba, gaddar değil, ince/yufka yürekli ve anlayışlı olup affedici, merhametli vicdan sahibi olabilmek.
– Hırs ve hasetten kurtulup kanaat ve teslimiyet sahibi olabilmek.
– Hurafe ve bidatlerden kurtulup ilim ve basiret üzere hakikat bağlı ve hikmet sahibi olmak.
– En önemlisi de, şirkin her çeşidinden arınıp sâfi, sahici bir inanca sahip olmak ki Allah buna “İHLAS” diyor.
İhlas… içinde zerre miktarı yabancı katkı olmayan halis muhlis îmandır. Sanırım Kalb-i selîm bu ihlasa yani “Tevhid” inancına bağlı olarak her şeyi “Hû” ile (O’nunla) anlamlandırıp alâka kurmak. Ondan bağımsız okumamak.
Sevgide, korkuda, yüceltmede hiç bir şeyi Onun gibi tutmamak. Kalbin en müstesna yerine Onu koyup, “ma’budu mabede mahpus etmeden” her zaman ve her mekânda Onunla olmaktır.
Rabbim kalbimizi selîm, akıbetimizi de cehennemden emin eylesin!..
Murat Altun —◄◄