
Değerli okuyucular ve özellikle gençler!
7 Şubat’ta işe gelirken Leiden yakınlarında bir reklam panosunda şöyle yazıyordu: “Bugün öyle bir şey (eylem) yap ki yarın onunla övünebilesin.”
Yani öyle işler yap ki yüzünü kara çıkarmasın, tersine yüzünü ak etsin… Öyle işler yap ki hem kendin memnun olasın, hem de başkasına önerebilesin…
Hoşuma gitti… Doğru bir söz…
İnsan her gün, uyanık olduğu zaman, canlı olduğu müddetçe bir şeyler yapar. Farklı farklı eylemlerde bulunur… Hepsini saymaya gerek yoktur. Herkesin her gün yaptığı şeyler. Kişi yatalak hasta olmadığı, ölmediği sürece faaldir, yani aktiftir. Bu elbette doğal bir durum… Herkes için geçerli bir insani gerçeklik…
Burada soru şu: Hangi davranışlarımız yanlış, zararlı, kötü… Hangileri iyi, faydalı, doğru… Hangi eylemimiz bize fayda sağlar, hangi işimiz başımıza belâ getirir? Hangi işlerimiz günümüzü daha rahat geçirmemize sağlar, hangi davranışımız günümüzü zehir eder?
Bazı eylemlerimizden dolayı seviniriz, bazılarından utanç duyarız…
Bazı işleri gizlice, tanıdıkların, polislerin görmediği yerlerde yapmaya çalışırız. Başkası duyacak diye ödümüz kopar. Duyulduğu zaman da belki utanırız. Ama unutmamak gerekir ki bu tür işler, hatalar gün gelir ortaya çıkar, duyulur, ya da bunların faili yakayı ele verir.
Peygamberimizin (sav) şöyle dediği nakledildi:
“İyilik güzel ahlâktan ibarettir. Günah ise kalbini tırmalayıp duran, insanların bilmesini istemediğin şeydir.” (Müslim, Birr/14-15 no: 6516-6517)
Duyarız, gizli yerlerde işlenen suçlar yetkililer tarafından günün birinde ortaya çıkarılabiliyor.
Reklam levhasına yerinde bir öğüt yazmışlar: Bugün günlük rutin işlerinin dışında öyle bir güzel eylem yap ki, öyle faydalı bir faaliyet yap ki ertesi gün, ya da gelecekte, yeniden dirilişte pişman olmayasın… Yaptığından sen bile memnun olasın… Hatta övünç duyasın…
Kendi kendine; “Yahu iyi ki yapmışım… İçimde bir huzur var, mutluyum” diyebilesin…
Kişi pişman olacağı bir iş yapmazsa, yaramazlık yapmazsa; günün sonunda rahattır. Endişesi ve korkusu olmaz. Zira suç işleyenler genelde korkarlar. Foyası ortaya çıkabilir, yakalanabilir diye…
Kişi mesela, birine bir sebepten çok kızar, öfkelenir, ağzına geleni sayar. Öyle sözler sarf eder ki, duyan “ayıp ayıp, sana yakışmadı” der. Bu kişi o günün akşamı, ya da ertesi gün, daha sonraları sakinleşebilir, aklı başına gelebilir… Sonra belki der ki: “Ah keşke o sözleri sarf etmeseydim. Çenem kapansaydı da öyle konuşmasaydım…”
Heyhat! Ağızdan çıkan sözler tüpten çıkan macun gibidir. Kavgalar da, öfkeyle yapılan çıkışlar da, hakaretler de böyledir.
Ya iyilikler, ya güzel sözler, ya güzel muameleler…
Kim bunları yaptı da, akşama veya ertesi gün çok çok pişman oldu? İnsan hiç iyi olmaktan, iyilik yapmaktan pişman olur mu? “Yahu falancaya bugün keşke güzel davranmasaydım, keşke iyilik etmeseydim” diyenin zaten yaptığı iyiliğin ve güzel davranışın bir anlamı kalmaz ki…
Ya güzel arkadaşlıklar, tatlı sözler, ikramlar… İnsan bunlardan hiç pişman olur mu? “Eyvah bana ne oldu da falanca zamanda tatlı konuştum, güzel davrandım, misafirlerime, dostlarıma ikram ettim” der mi?
Çok duyduk: İki kardeş hısımlıktaki anlaşmazlıklar veya çocuklarının sorunları yüzünden ağız kavgası ettiler, hatta vura-vur dövüştüler. Sonra küstüler birbirlerine… Haftalarca, belki aylarca konuşmadılar. Bayramlarda birbirlerini ziyaret etmediler, selâm vermediler. Aradan çok geçmeden küçük kardeş fücceten öldü. Diğeri kardeşinin cenazesine bile gidemedi. Ağladı ve pişman oldu. “Ben ne yaptım, neden kardeşimin kalbini kırdım. Âh âh bu kafam” deyip durdu. Ama ne kardeşi geri geldi, ne de onunla olan kavgasını geçmişinden silebildi…
Çok duyduk: Bir kaç kardeşe babalarından biraz miras kaldı. Biri babasının hastalığında ona baktığını ve kendisine borcu olduğunu iddia ederek kardeşlerinden daha fazla pay almak için çeşitli yollara baş vurdu. Bunu anlayan diğer kardeş buna engel olmaya çalıştı. Bir yerde karşılaştılar. Konuşmaları çekişmeye, çekişme kavgaya döndü.
Sonunda birisi bıçağı çektiği gibi kardeşini yaraladı. Hastaneye kaldırdılar. Bir hafta sonra ölüm haberi geldi. Katil tutuklandı.
Hapishanede ağladı ve pişman oldu. “Ben ne yaptım, âh deli kafam, ben bu hatayı nasıl yaptım? Şimdi ben âhirete kardeşimin kanı ile mi gideceğim. Bana eyvahlar olsun. Elim kırılsaydı… Üç kuruşluk dünyalık için insan birine, hele de kardeşe kıyar mı? Bu nasıl bir akıl tutulması? Bu nasıl bir gaflet?” dedi durdu. Ağlaması, inlemesi, pişmanlığı, tövbesi kardeşini geri getirmedi. Kendi geçmişinden katil olma gerçeğini silemedi.
Kendine ve çevresine verdiği zarar da başka…
Öyleyse kişi bugün aklını kullanıp yarın övüneceği, sevineceği, yüzünü kara çıkarmayacak işler yapmalı… Ama yarın ve uzak yarında pişman olacağı, üzüleceği işler yapmamalı…
Rabbimiz yaptığına pişman olan Âdem’in (as) oğlunu anlatıyor: “Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku.
Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti.
Kurbanı kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti.
Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti.
“Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”
Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu.
Nihayet Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi.
“Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten âciz miyim ben?” dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu.’ (Maide 5/28-31)
H. Kerim Ece —◄◄