Değerli okuyucular ve özellikle gençler!
Ahlâk ve erdemin dayandığı kaynak nefsin hevâsı, akıl değil de Vahiy (Kur’an) ise insanın kendini ve hayatı anlamlandırması için yeterlidir.
Hayatın anlamlı olduğunu söyleyen kaynağa (Kur’an’a/vahye)dayalı ahlâk ve fazilet (erdem) anlayışı, elbette insan hayatını da anlamlı kılar.
Vahye göre hayatın hikmeti, sebebi ve anlamı var… “O ki, hanginizin daha güzel davranacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” (Mülk 67/2, v.d.)
İslâm’ın ana konularını bir kaç başlıkta anlatabiliriz:
- Akâid
- Ahlâk
- Şeriat. Bu da iki kısımdır: a-İbadet-kulluk
b-Muamelât (başkasıyla ilişkiler).
Türkçe ilmihal kitaplarında iman (akide) konuları özetlendikten sonra ibadet konuları anlatılır. Arkasından ahlâkî ilkelere ya hiç yer verilmez, ya da kısaca değinilir. Bazı ilmihallerde ise muamelât konuları hiç yer almaz.
Bu kitapları okuyanlar da İslam’ın, özellikle uzun uzadıya anlatılan namaz oruç, hac ve zekât fıkhından ibaret olduğunu zannedebilir. Onun diğer hükümlerini, sosyal hayatla, insanî ilişkilerle, siyasî ve ekonomik konularla ilgili, ahlâkî ilkelerini ve ölçülerini, yani İslâm’ın bir hayat programı olduğunu yeterince öğrenemezler.
Onun şartlara ve vakitlere bağlı bir kaç ibadet emrinden ibaret olduğunu sanırlar. Belli başlı ibadetleri yerine getirmeye “dindarlık”, bunları titizlikle yerine getirenlere de “dindar” derler.
Hâlbuki İslâm bir bütündür. Onun iman ilkeleri olduğu gibi ibadet boyutu ve hayatın her alanı ile ilgili hükümleri de vardır.
İslâm’ı; “Allah’a ta’zim (saygı duymak-ibadet/kulluk etmek) ve O’nun yaratıklarına (mahlukâta) güzel davranmaktır” şeklinde tanımlamak isabetlidir.
Bununla insanın Allah’a ve O’nun –insan olsun, hayvan veya tabiat olsun- yarattıklarına karşı görevlerinin olduğu kastedilir.
Bu ifade aynı zamanda İslam’daki güzel ahlâkın yerini ve önemini vurgular. Demek ki, iman ve ibadet kişinin Allah’a karşı; muamelâtın bir kısmı ve güzel ahlâk ise kişinin çevresine karşı görevidir. (Güzel ahlâklı olmak da elbette ibadettir, ama ayrıca söz konusu edilmesi gerekir)
Ya da ibadet kişi ile Allah arasındadır ve şahsın kendisini, ahlâkın neredeyse tümü ve muamelâtın bir kısmı başkalarını da ilgilendirir.
Birisi şöyle diyebilir; “Arkadaş senin ibadetin seni ilgilendirir. Ama ahlâkın beni ve diğerlerini, hatta diğer canlıları ve tabiatı ilgilendirir. Ben, bana ve diğerlerine nasıl davrandığına bakarım…
Bana nasıl davranıyorsun? Benim ve başkalarının hakkına riayet ediyor musun? Başkalarına fayda mı veriyorsun, zarar mı?
İyiliklerden ve hayırdan yana mısın, kötülüklerden ve şerden yana mısın? Yaptıklarının sonucu nedir?
Yük alan mısın yük olan mısın? Ne üretiyorsun?
Topluma, kültüre, sanata, uygarlığa, insanlığa katkın ne? Ben bunlara bakarım… Elbette ben senin ibadetlerinin karşılığını bilemem.”
Buna göre ilmihallerin iman-ibadet-ahlâk sıralaması isabetli değil…
Doğrusu iman (akâid), ahlâk ve ibadet (şeriat) olmalı. Zira bu sıralama Kur’an’ın önem verdiği ve iniş sürecinde uyguladığı sıralamadır.
Mekkî sûre ve âyetlerde daha çok iman konularından, müşrik ve kafirlerin içine düştüğü çelişkilerden, elçileri dinlemeyen toplumların başına gelen ibret verici olaylardan, hayatın/varlığın anlamından, dünya hayatının fâniliğinden ve ölümden sonraki hayattan; arkasından da, ahlâkî ve insanî değerlerden bahsedilmektedir.
İbadet ve muamelâtle ilgili hükümler (yani şeriat) ise daha çok Medine döneminde indirildi. Bu sûrelerde toplumun inşası, bununla ilgili ölçüler ve sınırlar, İslâm kardeşliği, toplumsal ve fıkhî konular, servet, yönetim, ekonomik faaliyetlerle ilgili temel ilkeler, suçlara karşı önlemler, sorumluluklar ve Din için çaba görevi Medine’de geldi.
Medine döneminde gelen âyetlerde de bazı ahlâkî ilkeler de var elbette…
Bu oldukça dikkat çekici ve önemli. Kur’an neden ısrarla ahlâkın üzerinde duruyor, vahiy sürecinin başından beri imandan sonra ahlâkî erdemleri ve davranışları emrediyor?
Zira güzel ahlâk dediğimiz hakikat, insanlıkla yaşıttır. İlk peygamberden günümüze kadar ibadet ve muamelât, zamana ve insanların ihtiyacına göre kısmen değişmiştir. Ama iman ve ahlâk ilkeleri, ibadet olgusu değişmemiştir.
İnsan tabiatına uygun ve onu yüceltecek ahlâk ölçüleri neden değişsin ki?
İslâm’ın ayrıca “tevhid, adâlet ve meâd” üçlü bir açılımı vardır.
‘Tevhid’; insanın Allah (cc) ile ilişkilerini,
‘Adâlet’; insanın kendisiyle, ailesiyle, toplumla (başkalarıyla) ve tabiatla ilişkilerini,
‘Meâd’; ölümden sonrasına hazırlıklı olmayı ifade eder.
İslâm’ın hedefi güzel ahlâklı, olgun şahsiyetli, model insan yetiştirmek; bununla hayatı güzelleştirmektir.
Kur’an’a (İslâm’a) iman edenler, bununla hayatı ve varlığı anlarlar, kendilerine ve eylemlerine yani ahlâklarına bir anlam katarlar. Zira güzel ahlâk insanın kendi varlığına kattığı en güzel anlamdır.
Hüseyin kerim Ece —◄◄