Her Daim Ümitvârız Biz

Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) ve Uluslararası Teknolojik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı’nın (UTESAV) ortak hazırlamış oldukları “TÜKETİM EKONOMİSİNDEN KANAAT EKONOMİSİNE 2024 RAPORU” yayınlandı. Türkiye’nin önde gelen akademisyen ve uzmanlarının katkılarıyla hazırlanan “Tüketim Ekonomisinden Kanaat Ekonomisine” raporu, aşırı tüketim ve verimsiz kaynak kullanımının yarattığı ekonomik ve çevresel krizlere çözüm önerileri sunuyor. Kaynakların etkin kullanımını ve tasarrufu merkeze alan rapor, “SÜRDÜRÜLEBİLİR bir ekonomik modelin inşası” için kapsamlı bir yol haritası çiziyor.

Her Daim Ümitvarız Biz

İlm-i İktisat, ekonomik faaliyetleri ve olayları analiz etmek ve anlamak için bilimsel yöntemler kullanarak ekonomi alanında bilgi üreten ve yönetmek için kullanılan bir disiplin, bir bilim dalıdır. İlm-i İktisat, bu süreçleri incelerken matematik, istatistik, mikro ve makro ekonomi gibi birçok alt dalı içerir ve ekonomik aktörlerin sınırsız istek ve ihtiyaçlarını sınırlı kaynaklarla karşılamaya yönelik verdikleri kararları inceleyen bir bilim dalı olarak kabul edilir. Ekonomi, insanların kaynakları nasıl tahsis ettiği, mal ve hizmetlerin üretimi, dağıtımı ve tüketimiyle ilgili bir dizi süreci kapsayan tüm faaliyetleri ifade eder.

“İktisada Giriş” derslerinde öğretilen ‘kaynakların sınırlı olduğu’ varsayımı belli açılardan makul gibi görünse de burada asıl üzerine düşünülmesi gereken soru kaynakların hangi amaç fonksiyonunun optimizasyonunda bir kısıt olarak karşımıza çıktığıdır. Zira dünya kaynakları tüm insanların ihtiyaçlarını karşılamak için yeterlidir; ancak bu kaynaklar bireyler, şirketler ve devletler olmak üzere ekonomik aktörlerin açgözlülüğünü tatmin etmek için yeterli değildir. İşte bu noktada iktisadi amaçların doğru belirlenmesi, israfın önüne geçilmesi ve kaynakların etkin kullanılması büyük önem arz ediyor. Bu üç unsur tüm ekonomik aktörler için kritiktir: Bireyler/haneler, şirketler ve devletler.

Ana akım iktisat, ekonomik aktörlerin her daim rasyonel kararlar verdiklerini iddia eder. Rasyonel olduğu varsayılan kararlar çerçevesinde gelişen iktisadi faaliyetler, ekonomik büyümeyi arttırıcı yönde etki oluştursa da bu refah artışının kapsayıcı ve sürdürülebilir olacağının bir garantisi yoktur.  Ekonomik aktörler temel amaçlarını doğru belirleyemedikleri taktirde, israf ve verimsizliğe neden olurlar. Aşırı tüketim ve kaynakların etkin kullanılmaması finansal krizleri ve çevre problemlerini beraberinde getirir.  Aşırı tüketim eğilimi kontrolsüz borçlanmayı tetikleyerek ekonomileri belli periyotlarda tekrar eden kriz döngülerine sokar. Bazı dönemlerde hanelerin ve şirketlerin aşırı borçlanma eğilimleri krizlere sebebiyet verirken, bazen de yüksek kamu borçları krizlerin ana nedeni olarak karşımıza çıkar.

Onlarca finansal kriz ve çevre felaketi sonrasında ekonomik gelişmenin gerçekten sürdürülebilir kılınması amaçlanıyorsa, bu değişimin kapısını açacak iki anahtar bulunuyor: 1- Tasarruf ve 2- Etkin kaynak kullanımı.

Her Daim Ümitvarız Biz

Sürdürülebilir Kalkınma Yolunda Tasarruf ve Etkin Kaynak Kullanımının önemine de şöyle bir bakalım. Tüketim alışkanlıklarımızın ve kaynak kullanımımızın ciddi bir gözden geçirilmeye ihtiyacı olduğu ortadadır. Aşırı tüketim, sadece finansal krizleri değil, iklim değişikliği gibi çevre krizlerini de tetikleyen bir döngünün parçası haline geldi. Krizleri yapısal önlemler ve oyun değiştirici hamlelerle çözmek yerine palyatif tedbirlere yöneliyoruz. Bir başka ifadeyle, sorunların köküne inmiyoruz. Tüketimden üretime iktisadi faaliyetlerin her bir boyutuna dair önceliklerimizi, davranış kalıplarımızı ve yöntemlerimizi yeterince sorgulamıyoruz. Durum böyle olunca küresel ekonomi bir krizden diğerine savruluyor. Kapitalizmin getirdiği sürekli büyüme ve tüketim baskısı, borç seviyesini tehlikeli noktalara taşıyor, doğal kaynaklarımızı tüketiyor, çevreyi tahrip ediyor ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakma şansını azaltıyor. Sürdürülebilir kalkınma yolunda tasarruf ve etkin kaynak kullanımının önemini bilimsel bir düzlemde tartışıp, pratikte işe yarayabilecek politika setleri geliştirmeye ihtiyacımız var.

Hazırlanan bu raporda, israftan kaçınma ve kaynakların etkin kullanımının sadece bireylerin değil, aynı zamanda şirketler ve kamunun da sorumluluğunda olduğunun altını çiziyor. Kanaat ekonomisinden kastedilen israfı önlemek ve kaynakların etkin kullanımını tesis etmek için kemerleri haddinden fazla sıkmak ve ekonomiyi daraltmak anlamına gelmemektedir. Bu raporda; öncelikleri titiz ve doğru biçimde belirleyerek, gereksiz harcamaları törpüleyerek, yenilenebilir ve uzun ömürlü kaynaklara daha fazla yatırım yaparak ve finansal sermayeyi yüksek verimlilik potansiyeline sahip alanlara yönlendirerek ekonomik büyüme ve sürdürülebilir kalkınma arasındaki ilişkiyi daha dengeli ve istikrarlı kalmanın mümkün olabileceğine vurgu yapılmaktadır.

Her Daim Ümitvarız Biz

Mensubu olduğum CDA Partisi Merkez Karar ve Yönetim Kurulu üyeliğim döneminde CDA Partisinin Bilimsel Enstitüsü (CDA Wetenschappelijk Instituut) tarafından hazırlanan bir raporu görüşüyorduk. Tarih Haziran 2015 ve raporun başlığı ‘Groei & Bloei’. Hatta daha sonra CDA Kleurrijk Başkanlığım döneminde bu raporun yazarı ekonomist Paul Schenderling ile genç profesyoneller buluşması organize edip 16 Haziran 2015’te bir söyleşi programı da düzenlemiştik. Rapor özetle şöyleydi:

‘Het Wetenschappelijk Instituut voor het CDA stelde zich met deze studie dan ook nadrukkelijk ten doel om in de formulering van zijn visie op het verdienvermogen van Nederland economie en moraal weer samen te brengen. Het vertrekpunt van onze visie is dat economie draait om het creëren van toegevoegde waarde, een proces dat start vanuit een diepere menselijke motivatie en gericht is op de toekomstige behoeften van anderen. Beide aspecten – menselijke drijfveren en veranderende behoeften – zijn in de afgelopen decennia, zowel in het economische en maatschappelijke debat als in het beleid, onderbelicht gebleven en hebben dringend hernieuwde aandacht nodig. Ambitie, dienstbaarheid en roeping zetten mensen ertoe aan om economisch actief te zijn. Bovendien willen mensen werk leveren dat aan morele standaarden en kwaliteitsstandaarden voldoet – het verlangen naar vakmanschap. Tegelijkertijd hebben mensen het nodig om met regelmaat afstand te nemen van hun werk, zodat de rust die dit oplevert mensen vrij kan maken voor ontspanning, ontmoeting en contemplatie. En zo pleit dit rapport voor het samenbrengen van menselijke bloei met economische groei. Het verzet zich tegen het misverstand dat die twee niet samen kunnen gaan. Deze studie laat zien dat bloei en groei onlosmakelijk met elkaar zijn verbonden; dat menselijke bloei een noodzakelijke voorwaarde is voor duurzame economische groei.’                               —◄◄