Merhaba değerli dostlar, Elbette bu dünyada sonsuz mutluluğu bulmamız mümkün değildir. İmtihan ve bela yurdunda ancak hayatımızı değerler üreterek anlamlı hâle getirebiliriz. Ve buradan azda olsa biraz mutluluk ve vicdan rahatlığı ile ciddi manada huzur bulabiliriz. Bu konuda bize olumlu ve olumsuz etki yapacak bazı örnekleri paylaşmak istiyorum. Bu yazıda eksik bulduğunuz, ilave etmek istediğiniz ve hatta katılmadığınız konularda olabilir.
Mesela can sıkıntısı çekmek..
“Can sıkıntısı dünyaya tembellikle beraber gelmiştir.” der, La Bruyere.
Bunun manası, tembelliğin cezası kişiye can sıkıntısı olarak yansır ve hayatı her zaman monoton geçer. Hedefi (ideali) ve gayreti olanlar ise bu monoton yaşamın kurbanı olmazlar.
Kendimi kötü hissettiğim, boşlukta olduğum bir dönem Hollandalı senarist komşum bana bir iş -bir hobi veya bir sanatla- uğraşmamı tavsiye etmişti. Şimdi bir kaç yıldır içime ağaç dikme sevgisi düştü. Onların her gün bir nebze insan gibi büyüyüp meyve vermeleri tarif edilmez bir haz ve huzur veriyor. Biliyorum ki onlar Allah’ı zikrediyor ve insanlardan, hayvanlardan kim faydalanıyorsa ecir ve sevap yazılıyor.
Peygamber Efendimiz (sav.) ağaç dikmekle ilgili bir çok hadislerinden birinde şöyle buyuruyor:
“Bir Müslüman herhangi bir ağaç veya bitki dikerse, ondan yenilen şey kendisi için sadakadır, ondan çalınan şey kendisi için sadakadır, yabânî hayvanların yediği şeyler sadakadır, kuşların yedikleri sadakadır, bir kişinin ondan alıp eksilttiği şey de kendisi için sadakadır.” (Müslim, Müsâkât, 7)
Huzur ve mutluluğun önemli bir kaynağı da Allah’ın verdiği nimetlere şükretmek. Yani farkında olmak ve kıymet vermek.
Bize içerken bayağı/sıradan gelen bir kahveyi bile bakıyorum bazıları keyifle zevkini alarak yudumluyor. Demek ki hayata anlam ve keyif katan şey birazda bakış açısıyla alakalı. Aslında hiç bir gün ve gece, sabah yediğimiz zeytin ve peynir ve tüm “tekrar” gibi görünen/yaşanan şeyler kesinlikle tıpkısının aynısını değildir. Zaten aynısını yaşamak mümkün de değildir. “Aynı nehirde iki kez yıkanamazsınız: Çünkü nehir aynı nehir değildir ve siz aynı siz değilsiniz.” (Heraclitus)
Yine yıllar önce Amsterdam’da gece yarısı moralsiz olduğum bir andı. Siyahi bir adamın yürüyüşü dikkatimi çekmişti. (Burada ‘siyahi’ demem bir aşağılama anlamında değil, kültür ve karakter olarak neşeli bilindikleri için.)
Adımlarını bir ritimle öyle güzel atıyordu ki âdeta yürümenin zevkini çıkarıyordu. Ona bakınca kendimi kınamış ve hayattan lezzet almasını bilen için aslında çok şeyler olduğunu anlamıştım. Yürüyemeyen bir insan ancak onun kıymetini hakikatiyle bilir.
Görmek, duymak ve bilmek. Bu yetilerden sadece birini kaybettiğinizi düşünün. Hatta şimdi gözünüzü kapatın ve bir daha hiç görmeyeceğinizi varsayın.
(Kapattınız mı?..)
“O (Allah) sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri (düşünme ve değerlendirme yetileri yaratıp) inşa edendir; ne (kadar) az şükür (teşekkür ve tefekkür) yapmaktasınız. (Sürekli gaflete ve nankörlüğe kaymaktasınız.)” (Mü’minûn 78.)
Peki beni o gece (gerçi biz hep böyleyiz ya..) hüzünlendiren/üzen sebep neydi?..
Dinlediğimiz arabesk tarzı müzikler, yaşadığımız zaman ve mekanın (gerisine gidip) geçmişin anılarına dalıp üzülmek, yada özlem ve hayallere dalarak o ânı atlamak. Bir türlü ‘ibnü’l vakit’ (vaktin adamı) olamamaktı.
Hüzün/üzüntünün sebeplerinden bir kısmı da işlediğimiz günahlar ve ihmal ettiğimiz görevlerimizden dolayı imiş.
Hatırladığım kadarıyla bu konuyla ilgili Efendimiz (sav.) şöyle buyurmuşlar: “Kime (…) bir görev verilir de ihmal ederse, Allah onun gönlüne (ceza olarak) hüzün/üzüntü verir.”
“Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür.” derler.
Evet, üzüntü ve kederin önemli sebeplerinden biri de insanın kendi elindeki olanı küçük görüp başkalarının elindekine imrenmesidir. Örnek, komşunun çocuklarını kendi çocuklarından akıllı ve başarılı bulup sürekli kıyaslama yaparak kendi çocuklarımızı incitmek. Falancaların alım satımı ve yaşam tarzına imrenmek ki; bugün insanlar yediği içtiği ve gittiği lüks yerleri sosyal medyada paylaşarak başkalarını kıskandırıp caka satıyor. Bu sahte ve sanal tuzaklara düşmeden mevcut halimize razı olursak mutsuz olmayız. Bunun çaresini de sevgili Efendimiz (sav.) bize öğretiyor:
“Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız; sizden daha iyi olanlara bakmayınız. Bu, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hor görmemenize daha uygun bir davranıştır.” (Müslim, Zühd 9)
Bugün bir çok uzman ve hayat tecrübesi olan yaşlı insanlar, “Mutluluğun Formülünü” ancak “BAŞKASINI MUTLU EDEREK” bulduklarını ve böylece bahtiyar olduklarını ifade ediyorlar.
Çünkü, gerek parayla gerek bedeninizle bir iyilik yaptığınızda karşı tarafın mutluluğu sizin gönlünüze/ruhunuza (bugün pozitif enerji diyorlar ya..) rahatlık, huzur ve sevinç veriyor. Yani onun mutluluğu sizin sayenizde (elinizden, dilinizden, malınızdan) bir sevap olduğu için (dua olup) size aksediyor.
Çocuklar ve fakirleri mutlu etmek…
Geçen yıl Türkiye’de yeğenimle sohbet ederken bana çok önemli bulduğum ve üzüldüğüm bir şey söyledi..
“Dayı köyümüze dondurmacı gelirdi. Çok canımız çekerdi. Çocuk olduğumuz için hadi bizde para yoktu da, köyden bir büyüğümüz de, “bu çocukların canı çeker” diye bir dondurma almayı düşünmezlerdi. Bize hiç değer vermezlerdi.” demişti.
Yetişkinler genelde imkân bulur istedikleri yere gider ve istediği şeyleri yerler, içerler. Ama çocuklarımız öylemi?..
Onlara küçük harçlıklar vererek, ucuz şeyler ısmarlayarak (büyük sevap kazanarak) mutlu edebiliriz. Evet bir dondurma ile onların küçük şirin kalplerini kocaman mutluluk ile doldurabiliriz. Çocuklar, onları oynatan ve bir şekerde olsa ikram eden büyüklerini büyüdükleri zamanda hayırla yâd ederler.
Bazı anne-babaların cimriliğinden veya cahilliğinden gelen bir tutumu var.
“Biz onların geleceği için çalışıyor para biriktiriyoruz !..” diyorlar. Diyorlar da o çocukları bir geziye götürmüyorlar. Beraber bir dondurmacıya gitmiyorlar. Ceplerine harçlık koymuyorlar. Bu harcamaları lüzumsuz belki de israf (!) olarak gören ve üç beş kuruşa kıyamayan ana baba, yüz bin euroluk evler ve yatırımları güya onlar için hazırlıyorlar.
(O mallar ve paralar çok zaman rızadan çok şikâyetin, huzurdan çok düşmanlık ve stresin sebebi oluyor ya.)
Hâlbuki, çocuk büyüyünce ne paraya ne de ana babanın onunla oynamasına ihtiyacı olmayacak.
Büyüdüğü zaman zaten kendisi de kazanacak. Gelecekte elde edeceği milyonluk maldan, bugün üç beş kuruşluk harcama ve ilgi, değerine paha biçilmeyen bir saadet ve mutluluk verecek.
Fakir ve garibanları mutlu etmeye gelince…
Onların sevinci ve duası bizim sadece dünyamızı değil ebedi hayatımız olan ahiretimizi de “mutluluk yurdu” (cennet) yapacaktır.
Yaz sezonu geldi tatil yaklaştı. Memlekette lüks restoranlar ve otellere dünyanın parasını ve bahşişini harcarken bir fakire gelince kılı kırk yararak hesaplar çıkarmak şeytanın ve nefsimizin bizi kandırmasından başka bir şey olamaz.
Tuhaf bişey…
Cömert zenginimiz bir yerde üç beş bin TL’lik yemek yedikten sonra iki yüz TL’de bahşiş vererek oradan ayrılır. Ve pahalı lüks arabasıyla yol kenarında çocuklarına bir ekmek alabilmek için misal 35 TL’ye çorap satan bir satıcıya denk gelir.
“Hey koçum baksana; 25 TL’ye verirsen bir kaç tane alırım.” diyerek kendince kurnazlık edip ucuza düşürerek eşine ve çocuklarına ticari zekasını (!) göstermeye çalışır.
Bunların bir kısmını farkına varmadan yapıyoruz.
Söz, jest ve mimikler…
Rahmetli nenem: “Elime bir ekmek veriyosunuz, başıma bin tokmak vuruyosunuz!.” derdi. Ne bilelim ona şaka zannettiğimiz şeyin incitici bir eziyet olduğunu.
İncitici söz ve davranışlar daha sonra karşıdakine yapılacak hiç bir maddi menfaati telafi etmez.
Rabbimiz bu konuda ne güzel buyurmuş:
“Güzel bir söz ve (kusurları) affetmek, ardından (başa kakma ya da daha başka davranışlar ile) eza veren (gönül inciten) bir sadakadan daha hayırlıdır…” (Bakara 263.)
Peygamberimiz de (sav.) “tebessümün (bile) sadaka” olduğunu bildiriyor demi?.
Yani karşındaki kişiye sadece tebessüm ediyor ve sevap kazanıyorsunuz.
Onun gönlünü hoş ediyor böylece moral veriyorsunuz. Güzel konuşmak, saygı ve sevgi ile yaklaşmak ona değer verdiğinizin ifadesidir. Kendini değerli hissetmekte değer verene karşı muhabbeti artırır. Yani onun kalbinin neşesi ve size beslediği sevgi onun kalbinden sizin kalbinize görünmeden geçiyor.
“Gönülden gönüle bir yol vardır görünmez.” dediği gibi merhum Neşet Ertaş’ın.
Buna mukabil bazı kişilerde yüzünü azdırıp tavırlı hareketler takınır; incitici sözleriyle sizin enerjinizi emer ve moralinizi bozar. Ama bunu ciddiye alacak bir vebal ve günah olarak da görmez. Peki öyle mi?..
“Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil
Bir gönülü yaptın ise
Er eteğin tuttun ise
Bir kez hayır ettin ise
Binde bir ise az değil.”
(Yunus Emre)
Murat Altun —◄◄