Gurbet; “İnsanın doğup büyüdüğü, ailesinin bulunduğu yerden uzak, yabancı yer/memleket, yâd el. Gariplik, yabancılık, geçici hayat” demektir. (Doğan, M. D. Büyük Türkçe Sözlük, s: 610)

Bazılarına göre iki türlü gurbet vardır.

  1. Fizikî gurbet; bir kişinin memleketinden biraz uzak kalmasıdır.
  2. Manevî gurbet; bir toplumdaki yaşama biçimi, hayat anlayışı kişinin inancına uygun değilse, zor şartlar altında bir hayat sürdürüyorsa, pek çok açıdan yalnız ise, dışlanıyorsa orası ona gurbettir. Mekke döneminde Müslümanlar kendi evlerinde gurbeti yaşamışlardı.

Birinci görüşe göre Avrupa ülkelerine yerleşen Müslümanlar gurbetçi, burası da onlar için gurbet değil. Onlar Müslüman göçmenlerdir. Gurbet dediğimiz bir kaç ay, bir kaç sene olabilir. Altmış yıllık gurbet olmaz. Buradaki insanımıza “gurbetçiler” demek sosyolojik bir hatadır. Biraz da acıma duygusudur. Altmış yıldır Avrupa’da yaşamaya rağmen hâlâ gurbet, gurbetçi anlatışı; buraya yerleşmenin, entegre ve yerli olmanın, kültür, bilim ve teknoloji üretmenin önünde ciddi bir psikolojik engeldir. Sürekli göçebe olanlar, sürekli gurbette olanlar bu dediklerimizi yapamazlar.

Ama bir gerçek var: Yaşanılan yere ne denirse denilsin: Ölüm gerçeği. Kur’an herkese sürekli ölümü ve ölümden sonrasını hatırlatıyor: “Nerede olursanız olun, ölüm gelip sizi bulacaktır, göğe yükselen kulelerde olsanız bile…” (Nisâ 4/78. Ayrıca bkz: Enbiyâ 21/35. Hadid 57/20 vd.)

Herkes ölünce geldiği yere (toprağa) döner, yani defnedilir. Bu ilk insandan beri böyledir. Kabir/mezar, kabristan/mezarlık her Âdemoğlu için bir gerçeklik…

Soru şu: Avrupa’da –özelde Hollanda’da- yaşayan Müslümanlar cenazelerini buraya defnedebilirler mi? Cenazeleri geldikleri ülkeye götürmek şart mı? Burada da Müslümanlara ait mezarlıklar olmalı değil mi?

Âlimlerin çoğuna göre Müslümanı, ölmüş olduğu yerdeki kabristana defnetmek gerekir. İmkân varsa, uzak bir ülkeye götürüp defnetme konusunda kesin bir hüküm olmadığı için haramdır/mekruhtur denilemez. Hatta kişi ölmeden önce “beni şuraya defnedin” diye vasiyet de edebilir. Avrupa ülkelerinde cenaze işleriyle uğraşan “cenaze fonlarına” üye olmak da caizdir denilebilir. Üstelik Avrupa ülkelerinde mezar yerleri ve defin işlemleri oldukça pahalı…

Ancak şu unutulmamalı: Cenaze için bu son yolculukta iman mı önemli, yoksa mekân mı? Hesap Günü kişiye imanı mı fayda sağlayacak, gömüldüğü yer mi? Yeryüzü Allah’ındır ve toprak her yerde topraktır. Yerin altı âhirettir ve her yerde aynıdır.

Kendi geldiği ülkede gömülmeyi istemek bu açıdan Müslüman ölüye bir şey kazandırmaz. Cennet ne gelinen ülkenin (mesela Türkiye’nin) altında, ne cehennem Avrupa ülkelerinin altındadır. Avrupa ülkelerinde defnedilenler için; “ölümüz bile oralarda kaldı” demenin mantığı yoktur.

Kişinin mezarı nerede olursa olsun hiç önemli değil. Ha bir mezar taşı olmasın, ha süslü, mükemmel mezarlar, şahâne türbeler yapılsın; bunların ölüye bir faydası yoktur. Ölümden sonra insanı kurtaracak olan iman ve sâlih ameldir (Allah’a kulluktur).

Bu nedenle diyoruz ki Avrupa ülkelerinde, Hollanda’da Müslümanlara ait mezarlık ihtiyaçtır… Cenazelerimizi buraya da defnetmek mecburiyeti söz konusu. Ayrıca Müslümanlar için kabristanın ayrı bir yeri vardır.

Müslümanlar, hele yeni nesiller burada kalıcı. Artık onlar için burası vatan… Dolaysıyla sosyal hayatla ilgili bazı kurumlar kurulduğu gibi mezarlık da olmalı. Çünkü onlar hem cenazelerimiz için vatan, hem de Müslümanlara ait bir değerdir, kurumdur, bir yerde var olduklarının belgesidir.

Tarihte Müslüman göçmenler böyle yaparlardı. Gittikleri yeri yurt edinmenin isbatı sosyal kurumlar; mescitler, vakıflar, hizmet binaları ve kabristanlar kurarlardı. Cenazeleri de öldükleri yere gömerlerdi. O kabristanlar dünyanın her tarafında hâlâ onların mührü, belgesi gibi duruyor.

Mezarlık, âhirete inancın, cenazeye değer vermenin, yerli oluşun, göçebelikten kurtuluşun göstergesi, ölümü hatırlamanın simgesidir. Mezarlık yoksa tarihe atılmış imza, geçmişe ait hafıza, “bu da benimdir“ diyebilecek tapu, burada yaşadığımızın izi yok demektir.

Kişi mezar görmüyorsa ölüm gerçeğini unutabilir. Hadislere göre kabir ziyaretinin asıl amacı akraba ziyareti değil “ölümden ibret“ almaktır. (Müslim, Cenâiz/36 (106) no: 2260. Tirmizî, Cenâiz/60 no: 1054)

Türkiye’de özellikle bayram günleri kabristan ziyareti yapılır, Kur’an okunur. Bunu yapmak için Türkiye’ye mi gitmeli?

Mezar iki rengi, iki kapıyı, iki gerçeği temsil eder. Biri sarı diğeri yeşil… Biri güz mevsimini, biri bahar mevsimini; biri fânilik biri ebedilik gerçeğini, biri dünyayı diğeri âhireti gösterir. Mezarlık insanın, toplumun, olayların, tarihin, hüznün ve ayrılığın aynasıdır. Bu aynaya bazen bakmak gerekmez mi?

Mezar başlığına öncelikle “Huve’l-Baki-Bâki olan, ölmez olan O’dur. Geri kalan her şey fânidir” yazılır. Bunu orada gören kişi kendi kendine; “bunu unutma ey nefsim”, “sen de günün birinde buraya geleceksin” der. Mezarlık, kabir ziyareti yoksa: bu hatırlamayı, bu feryadı, bu bildiriyi, bu kalıcı kitâbeyi nereden okuyabiliriz?

Sözün özü: Hollanda’da Müslümanların yönetiminde, onlara ait şu anda mevcut olan mezarlıklar artırılmalı ve cenazelerimizi burada da rahatlıkla, inancımıza uygun defnedebilmeliyiz. Burada gömülmeyi vasiyet edebilmeliyiz.              Hüseyin Kerim Ece                       —◄◄