Hollanda’da 3 partinin aktif, 4. parti (VVD)’nin de dışarıdan desteğiyle koalisyon partileri uzun bir aradan sonra anlaştılar. Önümüzdeki aylarda, önce kimin Başbakan olacağı, sonra hangi bakanlıklara kimlerin atanacağı ve ardından Prinsjesdag’a kadar da bütçe hazırlanacak. Genel hatlarıyla anlaştıkları en önemli konular şöyle:

– Sığınmacıların belediyelere zorunlu olarak dağıtımı iptal edildi, belediyeler bu konuda kendileri karar verebilecek.

– Sağlık harcamalarındaki zorunlu katkı payı 2027’den itibaren % 50 düşürülecek

–  Önümüzdeki yıl akaryakıta zam yapılmayacak

– Çiftçilere daha fazla nefes aldırılacak

– AB’ye ödenen katkıda 500 milyon euro indirime gidilecek.

– Memurlarda kısıtlamaya gidilerek 400

milyon euro tasarruf sağlanacak.

– Belki 2 yıl olan WW süreci 16 aya indirilecek.

Bütün bu planların netleşmiş hâlini Eylül ayındaki Prinsjesdag’da görebileceğiz.

Yabancılar açısından işin siyasi ve kültürel şeklini ise önümüzdeki aylarda göreceğiz. Bu arada 6 Haziran’da Avrupa Parlamentosu seçimleri var ama herkesin pek gündeminde olduğunu da düşünmüyorum.

Gündelik siyaset oldum olası ilgili çekmiyor, fakat insan ve toplumların tarihteki siyasi, kültürel ve psikolojik arka planını görmek oldukça enteresan. Çünkü hayat genelde sahnede oynanan senaryo ile kulisteki yaşananlar arasındaki tezatlıklar üzerine kurulu. Sahnede siyasi gibi görünen olayların arka planında aslında örneğin ekonomik nedenlerin olduğunu bazen de çekememezlik, hazzetmezdik vs. gibi nedenlerin olduğuna sık sık denk gelebiliyoruz.

Şu Hadis İnkârcıları Sarmalından Ne Zaman Kurtulacağız?

Tam olarak ne zamandı hatırlamıyorum, 2 sene olmuştur herhâlde, Kutub-ü Sitte’yi bir arkadaşın kütüphanesinde görünce, Allah içime okuma isteği verdi ki hemen rica edip ilk 3 cildini emanet almakla, Müslim’den sonra ikinci olarak hadis okuma serüveni başlamıştı. İlk 1,5 cildinde, Hadis Usulü, önemli muhaddislerin hayat hikâyeleri gibi konularda bilgiler vardı ki, önceleri, bir an evvel hadise başlamak için bu bölümlerden sıkılırken şimdi ise çok önemli bilgiler olduğundan oldukça keyif aldım. Cep telefonunda cilt cilt dosyalar oluşturarak saklamak istediğim bölümleri taradım. 12. cilde geldiğimde, Umre’de o bölümleri tekrar okudum. Geçenlerde ise tüm külliyatı bitirmeyi Rabbim nasib etti ve ardından sonsuz şükrettim.

Şükrettim çünkü her okudukça hadislerin ne kadar değerli olduğunu kavradım. Değerli çünkü bir dinî hem düşünce hem de pratik anlamda adam akıllı yaşamak istiyorsanız, hem teorik olarak bilgiye hem de Allah Rasulu ve ilk dönem Müslümanların bunu pratiğe nasıl aktardıklarına dair bilgi sahibi olmanız gerekiyor. Müslim’i okuduktan sonra hadis karşıtlarına kızarken, (eskiden mealci derdik, şimdi Kur’an’cı diyorlarmış), şimdi ise açıkçası gülüp geçiyorum.

– Onlara göre ortadaki Kur’an’a uymayan İslam algısının en önemli müsebbiplerinden biri zayıf ve uydurma hadisler. Bunun tersi, eğer ortada bu türden hadisler olmasaydı daha sarih, samimi, rasyonel bir din mi olacaktı? Oysa bahsettikleri hadislerin oranı, yani Kütüb-ü Sitte’yi okuduğum, %0,5 olabilir, o da zayıf diye de bildirildiği hâlde. Geriye kalan hadisler de mi Kur’an’a ters?

– Youtube’da izlediğim bir tartışma programında biri Hadisçi, diğeri Felsefeci olan 2 kişi resmen tartışıyorlardı. Yani hadislerin güvenilirliği üzerine konuşamıyorlar ancak tartışıyorlardı. Çünkü felsefeci uzman olmadığı konu hakkında fikrini söylüyor, karşıdaki hoca da buna bir yandan sinir oluyor, bir yandan da açıklama yapmaya çalışıyordu. Felsefeci şöyle diyordu; ‘hadiste mealen diyordu ki, ‘zekerimizden aka aka Hac yaptık’, böyle hadis mi olur?’ Tartışma esnasında hadisçi hoca buna cevap vermedi, arada kaynadı. Bu hadisi ben Müslim’den hatırlıyorum ve hadisi okuyunca, ne demek istediğini anlamış ve gülmüştüm. İnsan, zekerinden aka aka nasıl Hac yapar? Medine’den Hac için yola çıkan sahabiler, Zul Hüleyfe’de umre için niyet ettiler, Mekke’ye geldiler, tavaf ve say yaptıktan sonra, ihramdan çıktılar ve çadırlarına girdiler ve yasaklar bitti. Yani Hac başlayana kadar normal hayatlarına devam edebildiler, sonra Hac için ihrama girdiler sonra Hac bitti ve normal hayata yeniden döndüler, sonra da Medine’ye geri döndüler. Yani ‘zekerlerinden aka aka Hac yaptık’ bu demek. Felsefeci hocamız belki de Hac yapmadı, yaptıysa da bundan böyle bir anlam çıkaramadı. Peki insanın bir şeyi eksik ya da hiç bilmiyor olması onu inkârını mı gerektirir? İşte hadislerle ilgili olarak bu Kur’an’cı arkadaşların, ki bu tabir bile bence hiç hak etmiyor böyle bir nitelemeyi, hadislerle ilgili olarak neler kaybettikleri ile ilgili olarak sayfalarca dolu yazı yazmak lazım.

– Bir başka yanlış bilinen, özellikle ilk dönem muhaddislerinin (Buharı-Müslim gibi) işlerinin hadis toplamak gibi bir algının olması. Yani sanki hicretten 200 yıl boyunca hiç kimsenin gündeminde hadis yokken, hadi bakalım hadis diye bir ilim icad edelim ve toplamaya başlayalım, denmiş gibi. Oysa öğreniyoruz ki, örneğin imam Buharı, çocukluğundan beri hadis dersleri alıyor, fakat sonraları birleştirme dönemi başlıyor. Aynı konu Kur’an için de geçerli değil mi? Allah Rasulu döneminde yazılı kayıt haline getiriliyor ama parça parça, Hz. Ebu Bekir döneminde kitap hâline getiriliyor, Hz. Osman döneminde ise çoğaltılıyor. Yani Hz Ebu Bekir döneminde tek kitap hâline getirilene kadar Kur’an yoktu demek gibi bir şey, hadisi imam Buharı ve imam Müslim ile başlatmak.

– Psikolojik olarak acaba, ‘biz sizin gibi geleneksel, basmakalıp inanmıyoruz. Biz daha gerçekçi ve akılcıyız’ gibi içinde gizli bir kibir mi barındırıyor diye de düşünmeden edemiyorum. Çünkü gençlik yıllarımda ben de doğru düzgün araştırmadan böyle düşünenlerin haklı olduğunu sanıyordum. Oysa içimde aynı hisleri de taşıyordum: İslam’ın yanlış anlaşılmasında temel neden geleneksel inanmak, yani eleştirel olmamak, araştırmamak gibi bir algı vardı. Oysa bunda hadislerin neden rolü olsun? Uydurulmamış ve insanın samimi mü’min olmasına katkı sağlayacak yüzlerce hadis var, onlar mı geleneksel İslam? Üstelik bazı insanlar yapıları gereği geleneksel İslam’a inanmak istiyorlar, Rasulullah’a gelip, ‘benim ne yapmam gerektiğini söyle’ diyor, yani ‘öyle derin konuları benim kafam kaldırmaz diyor.’ Şimdi siz bu Müslümanı böyle düşünüyor ve yaşıyor diye mi yargılayacaksınız?

Bu pilav daha çok şu kaldırır ama yazacak satırlarım bitti, hatta çok aştım. Oysa daha yeni bitirdiğim kitaplardan Şahbaba ve Dr. Rıza Nur’un hatıratından bahsedecektik, hatta hangi kitaba başlamak istediğimden de bahsedecektim ama olmadı. Unutmazsam artık başka bir sefere diyelim.

Ergün Madak —◄◄