
Avrupa’da yaşayan Türkler için yıl, izin öncesi ve izin sonrası olarak iki bölümden oluşur.
Birinci bölüm, Haziran, Temmuz’a kadar olan bölümdür. Bu bölümde Türkiye’ye yolculuk için bol bol hazırlık yapılır, Türkiye’de gidilecek, görülecek yerler üzerine hayal kurulur. Ziyaret edilecek akrabaların, büyüklerin listesi yapılır. Bir araya gelindiğinde de önceki yıllarda yaşanmış yol hikâyeleri anlatılır.
İkinci bölüm, Ağustos sonu, Eylül başı olan bölümdür. Bu bölümde artık tatil yapılmış, dinlenilmiş, stres atılmış, Türkiye’deki eş, dost akrabalar ziyaret edilmiş, bir sürü kıyafet ve ziynet eşyası alınmış, paralar bittiği için Türkiye’den kaçar gibi çıkılmış ve Avrupa’ya dönülmüştür. Bu her sene tekrar edilen bir süreçtir.
Türklerin Avrupa’ya geldiği, ailelerini getirdiği ve izine gitmeye başladığı 1960’ların sonu ve 1970’lerin başından beri her sene tekrar edilen bir süreç.
Nesilden nesile geçen bu süreci birinci nesil olan bizim babalarımız başlatmış, ikinci nesil olan bizler sürdürdük, sürdürüyoruz ve artık üçüncü nesil olan çocuklarımıza devrediyoruz.
Teşbihte hata olmaz, tıpkı göçmen kuşlar gibidir gurbetçiler. Nasıl ki yaz sona erip soğuklar gelmeye başladığında göçmen kuşlar sıcak ülkelere gruplar hâlinde giderse, Avrupalı Türkler de her yıl Haziran, Temmuz, Ağustos ve Eylül’de ya havadan ya karadan anavatanları Türkiye’ye giderler.
Her yıl bir sürü yol hikâyeleri biriktirilir. Yol hikâyeleri çoktur. Sırbistan’da, Bulgaristan’da araba bozulduğunda yaşanılan maceralar, aşırı hızdan yenilen cezalar ve polislerle yapılan tartışmalar yıllarca dost meclislerinde anlatılır.
50-60 yıldır her sene tekrarlanan bu sürecin değişmezleri ve değişkenleri vardır. İsterseniz önce değişmeyenlerinden birkaç tanesini sıralayalım, sonra da değişkenlerine bakarız.
Değişmeyenler:
Uçak biletleri hep pahalıdır. Bilhassa yüksek sezonda son anlarda bilet bulmak hem imkânsız gibi bir şeydir hem de çok pahalıdır.
Arabayla giderseniz, gümrüklerde yakıcı sıcak altında saatlerce beklemeyi göze almalısınız. Bu bekleme hem giderken hem gelirken söz konusudur. Bazen Yunanistan, Bulgaristan girişlerinde, Kapıkule’de veya İpsala’da bekleme süreniz 10-15 saate kadar çıkabilir.
Uçakla giderseniz Türkiye’de de araba lazım olacağı için en iyi çözümünüz bir araba kiralamaktır. Ne hikmetse kiralık arabaların fiyatları da yüksek sezonda çok aşırı pahalı olur.
Uzun bir yol gidecekseniz, en az 3500-4000 kilometreden bahsediyoruz, 3-5 kişilik bir aile ile 4 ile 6 hafta arası beraber gezeceksiniz. Yol boyunca ve Türkiye’de tatil yaptığınızda otellerde kalacaksınız, neredeyse hep dışarda yemek yiyeceksiniz. Bütün bu masraflar için sıkı bir bütçeye ihtiyacınız olacaktır ve bu da en az 7 ile 10 bin avro civarındadır.
Avrupa’ya döndüğünüzde paranız bitmiş olacak ve eğer döndüğünüz zaman için hazırlık yapmadıysanız döner dönmez para sıkıntısı çekeceksiniz.
Bunlar aklıma geldiği kadarı ile gurbetçilerin değişmeyen ve her yıl tekrarlanan, durumu ve şartlarıdır.
Peki değişenler neler?
Birinci ve ikinci neslin Türkiye yolculuklarında bir hedefi vardı o da bir an önce doğduğu topraklara varmak, hasretini çektiği yakınlarını görmekti. Bu hedef için hemen hemen hiç uyumadan araba sürülür ve varılabilecek en yakın zamanda gidilecek menzile varılırdı. Bu değişmeyen kaide de artık değişmeye başladı ve üçüncü nesil yollarda dura dura, otellerde konaklaya konaklaya gitmeye başladı.
50-60 yıldır etrafına bile bakmadan yolculuk yapan gurbetçilerin yerini, ataları Osmanlı’nın iz bıraktığı ülkeleri gezip gören, yöresel lezzetleri tadan yeni bir nesil aldı. Bu da üzücü değil bilakis sevindirici bir durum.
Bir başka değişken de üçüncü neslin atalarının köyünü, kasabasını ziyaret etmeye çok meraklı olmamasıdır. Üçüncü neslin neredeyse tamamı Avrupa’da doğmuştur. Avrupa’da doğduğu için de, birinci ve ikinci nesil kadar Türkiye özlemi çekmez. Anne babasının, dede nenesinin doğup büyüdüğü yerleri görmek için çok fazla can atmaz. Onlar için ana, baba diyarına gidilse de olur gidilmese de olur. Bu değişken de yöre esnafının satışlarını ciddi bir şekilde etkilemektedir.
Örnekleri çoğaltmak elbette ki mümkündür fakat ben yazımı şöyle bir toparlayacak olursam şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor:
Şartlar ne olursa olsun. Gurbetçiler ya da yeni tabirle Avrupalı Türkler ekmeklerini Avrupa’da kazansalar da yol hikâyeleri değişen ve değişmeyen unsurlardan oluşsa da anavatanları Türkiye’yi ziyaret etmekten, tatillerini Türkiye’de geçirmekten asla vazgeçmeyecekler.
Üçüncü nesil atalarının doğup büyüdüğü yerlere ziyaret etmeye pek hevesli olmasalar da yaşlandıkça yine de arayıp sormak gidip bulmak ihtiyacı hissedecekler.
Benim yıllarca kendimi teselli ettiğim konu Avrupa Türkiye arasındaki mesafenin çok fazla olmaması.
Hep kendime şunu söylüyorum: “Rahmetli babam gurbete çıktığında iyi ki Kanada veya Avustralya yerine Hollanda’yı seçmiş”.
Canımız sıkıldığında uçağa binsek 3,5 saat sonra memleketteyiz.
Recep Soysal —◄◄