Yazı için seçtiğim başlığı, Abdullah Kibritçi kardeşimizden aldım. Seyyah bir kardeşimiz. Malavi’de bir hafızlık okulunu ve orada okuyan görme engelli çocukların belgeselini çekmiş.
O çocuklardan biri de Tarık. Maç yapıyorlar ve Tarık kalede. Ortada içinde zil olan topları.
Ve sürüp giden bir hayat. Bizim ve milyarlarca insanın sürüp giden hayatları yanında.
Karanlıklar içinde hafızlık yapmak için gayret sarf eden ve bunun yanında imkânsızlıklarla da mücadele etmek zorunda kalan bu insanların hâlleri yanında, kendi hâlimi düşündüm bir an. Düşündüm ve zihnimi başka istikamete çevirdim. Zira rahatsız olan vicdanın sesi ancak, bizatihi zihnin bilinçli bir şekilde başka bir istikamete çevrilmesiyle susturulabilinir.
Görme işi galiba baş gözünü aşan bir konu. “Basar” var ve bir de “basiret” var. İkisi de görmekle alakalı, lakin “basar” perdeli bir görme hâli ve çoğu defa kalbin merkez olmaktan uzak olduğu görme halidir. “Basiret” ise perdesiz ve kalbin merkez alındığı görme hâlidir. Merkez olmadan görme olmuyor. Savrulabilir zihin. İşitmek de böyle anlaşılabilir. Miraç olayını herkes duydu. Sıddik Efendimiz perdesiz olarak işitti.
‘Güzel’ kelimesinin aslı ‘gözel’miş. Zamanla güzel olmuş. Göz ile el’in birlikteliğinden doğmuş. Perdeli görme veya duymalarda el ile irtibat kurulamıyor. Dolayısıyla güzellik ortaya çıkmıyor. Güzel kelimesinin Arapça’da karşılığı cemil. Cemil ve cemal var bizim dilimizde ve çok derin manaları var. Bağlantısı var göklerle. ‘Arapça’da¸ güzellik anlamına gelen cemâl “cemîl” teriminin masdarıdır. Cemâl¸iki kısma ayrılır: Birincisi insana özgü olan insanın beden ve davranışlarının güzelliği; ikincisi ise insan eliyle insandan başka insanlara ulaştırılan eylemsel güzelliktir. Bu güzellik hem sûrette hem şekilde ve hem de form ve mânâda bulunur. Allah Resûlü’nün¸“Allah güzeldir¸ güzel olanı sever.” hadîsiyle söylemek istediği davranış planında ortaya konacak olan ahlâkî güzelliklerdir.
Gözleri olduğu hâlde görmeyen insanların olabileceği bize haber ediliyor. Gözleri önünde perdeleri olan bu insanların, dünya üzerinde şu anda sözleri geçiyor maalesef. Ve onlar her tarafa gözler yerleştirerek insanları kontrol edebileceklerini düşünüyorlar. İnsanın bizatihi kendisini ele geçirmek istiyorlar. İndepent bir haber uçurdu insanlara. Amerika’da ‘insan gübreleştirme tesisi’ kurulmuş. Dirisine değer vermedikleri insanın ölüsünü ne yapsınlar. Akıllarına bu geldi. Akıllarına gelen bu muazzam buluşun, bakışlarının tersliğinden kaynaklandığını söylemeliyiz. Şimdi ne yapacağız bu haberden sonra. Üzerinde düşünmemiz gerekir.
Bazı insanlara biz, ‘basiretli’ deriz.
Basiret, basardan farklı bir hâl. “Görme, idrak etme, bir şeyin iç yüzüne vâkıf olma, sezgi” gibi anlamlara gelen basîret kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de genel olarak “görme” yanında özellikle “hakikati keşfetme, doğru yolu tanıma, gerçeği yanlıştan ayırma yeteneği” mânalarında kullanılmış ve bu bakımdan mânevî körlük veya dalâletin zıddı olarak gösterilmiştir.”
“Kur’an’da kendilerinden ülü’l-ebsâr (el-Haşr 59/2), ülü’l-elbâb (ez-Zümer 39/9), ülü’n-nühâ (Tâhâ 20/54) diye söz edilen basîret sahipleri hislerine kapılmadıkları ve nefislerini günahlarla kirletmedikleri için maddî ve mânevî hakikatleri olduğu gibi görür ve ona göre hareket ederler.”
Buradan anlıyoruz ki, güzelin gerçekleşmesi basiret sahibi insanların eliyle oluyor. Güzeli gerçekleştirmek için lazım gelen şartın çirkinin ne olduğunu bilmek ve ondan kaçınabilmek olduğunu hatırda tutarsak, basiret sahibi insanların sıradan insanlar olmadığı, inşa edici, ihya edici insanlar olduğunu anlayabiliriz.
Modern çağda basiretin en büyük düşmanı galiba sanallık. Alabildiğine gerçekle ilişkisi koparılmış görmelerimiz. Gördüğümüz şeyin (bu ne olursa olsun) gerçekte olup olmadığını, sanallığın keşmekeşliği içinde birileri bize dikte ediyor. Dolayısıyla gördüğünü zanneden ve fakat başkalarının gözü olan, kitle hâline getirilmiş insanlar oluyoruz.
Burada Efendimizin (as) görmesi, ashabının görmesi nasıl bir keyfiyete sahipti bunu anlayabilmek çok kıymetli olacaktır. Ama nasıl anlayacağız?
Bakmamız gerekecek ama başkalarına ait gözlerle. Kitabı okurken, hadisleri okurken veya inşa edici bir metni okurken, olmadı tabiata bakarken bize intikal eden şeyin aslında, belirlenmiş veriler olduğunu görebilmemiz gerekir. Bunu da göz/el kelimesinde ki el’den anlayabiliriz. Elimizden çıkan işlerin keyfiyeti aslında nasıl baktığımızı/gördüğümüzü ele veriyor.
Mesela bu ülkeye gelen bizlerin, Müslüman olarak zaman içinde yaşadığımız değişimi yakından incelediğimizde bazı şeyler daha netleşecektir. Din, aile, bilgi, kadın-erkek ilişkileri, düğünler, medya, eğitim vb. konularda yaşadığımız değişim bize çok şey anlatacaktır.
Tarık hafızlık yapıyor. Gözleri görmüyor. Kendisi gibi olan arkadaşlarıyla top oynadığında kalecilik yapıyor. Nasıl bir dünyası var acaba. Karanlık mı? Bizden daha aydınlık olduğu kesin.
En azından başkalarının gözü olmak yerine, kalbine akmış gözlere sahip.
Bizde izlenme, beğeni sayılarının kutlu başarısıyla avunuyoruz.
Tarık bakıyor ve görüyor vesselam… Mehmet Şükrü Oflaz