Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v), ‘Gerçek zenginlik; mal çokluğu değil, gönül tokluğudur.’  (Buhârî, Rikak 15; Müslim, Zekât 130) diye buyuruyor. Üzerinde çok düşünülmesi gereken bir söz. Gerçekten almaya ihtiyacımız olduğu için mi alışveriş yapıyoruz, yoksa gözümüzün ve gönlümüzün açlığından mı?

Günümüzün büyük problemlerinden biri tüketim çılgınlığı. Sürekli alma ve biriktirme arzusu bizi bir çok şeye bağımlı hâle getiriyor. Evlerimize yığdığımız eşyalar, fazla fazla giysiler, yiyecekler, maalesef dünya sevgisi diğer sevgilerin önüne geçebiliyor.

Allah sevgisi, Peygamber sevgisi, ümmet sevgisi, aile-akraba sevgisi. Dilimizde her ne kadar farklı şeyler söylesek de gerçekte yaptıklarımız ve yaşantımız bunu yansıtmıyor. Evlerde sürekli maddiyat konuşulunca bu evlerde yetişen gençler de durumdan etkilenip hayatın sadece maddî değerler üzerine kurulu olduğunu düşünebiliyor.

“Küçük çocuklara büyüyünce hangi mesleği seçmek istersin?” diye sorulduğunda; “doktor” veya “mühendis” dedikten sonra, “çünkü onlar çok para kazanıyorlar” diye açıklama yapan çocuklar var. “Aman evladım kendini kurtar, kimseye muhtaç olma, kazancın iyi olsun; gerisi önemli değil.”

Bu akıl tutulmalarının altında yatan bir çok sebep var tabi. Mutluluğu maddiyata bağlayan bakış açısı; dizilerle, sosyal medyayla ve TV programlarıyla insanların beynine işleniyor. Sürekli arzularının peşinden gitmesi yönünde kamçılanan ve teşvik edilen insanlık var.

Dizilerde gösterilen zengin aile profilleri ve zengin olmak için çabalayan fakir insanların hırsı öyle derinden işleniyor ki, bir çok kişi bu hengameye kapılabiliyor. Mutluluğu yakalamak veya gerçek anlamda yaşamak maddî şeylerle bağlantılı ise, mutluluğun süresi o şeyi elde edinceye kadar süreceğinden insanların gerçek anlamda tatmin olması pek olası değil.

‘Ruhun Derin Yaraları’ kitabında Kemal Sayar şöyle diyor: “Varlığımın biricikliğini sağlayan şey benim bu dünyayla ve insanlarla, hayat ve evrenle kurduğum özgün ilişkidir. Ben bu dünyaya ne veriyorum ve ne alıyorum? Dünyayı ve kendimi ne kadar güzelleştirebiliyorum? Olmak bir yolculuk, yolda çiçeklerden bal topladığım, zenginleştiğim bir yolculuk…” Tüketicilik ise olmak yolculuğundan geri durduğumda baskın bir hayat tarzı hâline geliyor, sahip olmak ‘olmak’tan daha önemli hâle geldiğinde ben artık niteliksiz bir tüketici hâline geliyorum.

Var olmayı, mutluluğu, hazzı ile yönetenler bir zaman sonra sahip olmadığı şeylerden ötürü kendini değersiz hissetme eğiliminde oluyorlar. İnsanlar giydikleri kıyafetlerin markalarıyla, ellerindeki telefonlarla, bindikleri arabalarla kendilerine ve çevrelerindeki kişilere değer biçtikleri sürece gerçek huzuru bulamayacaklar. Çünkü her hâlükârda zenginlik bakımından kendinden üstün olanlar olacaktır. ‘Sade bir kul olan’ Sevgili Peygamberimizin ümmeti şimdilerde ‘zenginlik/üstünlük’ yarışı içinde.

Oysa biz insanların maddî mutluluklardan ziyade, gönül huzuruna ihtiyacımız var. Huzur ise manevî değerlere bağlı gerçekleşen bir olaydır. Birisine bir iyilik yaptığında hissettiğin huzur, namazını eda ettiğinde hissettiğin huzur, Allah’a şükrettiğinde, sabrettiğinde, ilim meclislerinde bulunduğunda yaşanılan huzurun hiç bir maddî karşılığı yoktur ve bu duygu mutluluk hissinden daha kalıcı bir etki bırakır ruhumuzda.

“Gönül tokluğu” dediğimiz şey de hissettiğimiz huzur ile alakalı. Bedenlerimizin açlığını doyurmak için gece gündüz çalışıp, fazla fazla birikimler yaparken; ruhumuzun açlığını neyle doyuracağımızı düşünmemiz gerekmez mi? Bunun cevabını Rabbimiz veriyor: ‘Kalpler ancak Allah Teala’yı anmakla huzur bulur.’ Kalplerimizin huzuru ve ruhumuzun açlığını gidermek için Allah Teala ile olan bağımızı kuvvetlendirmemiz gerekir.

Bunun için de en önemli ibadetlerden biri olan namaza daha çok ehemmiyet vermemiz gerekir. Allah Teala’nın sizi ne kadar sevdiğini görmek istiyorsanız; “sizi nelerle meşgul ettiğine iyi bakın” denilir ya. Bu düstur da bizim için bir güzel bir ibrettir.

Elif Bayraktar                                 —◄◄