Karlı bir gece vakti, bir dostu uyandırmak (İ. Özel) misali, Ramazan’da bir gece vakti, farklı farklı hissiyatın hücumuna uğrayıp, bir yandan Müslüman olmanın bana Ramazan’da verdiği hazzı kalbimde hissederken, diğer yandan çevremde ve dünyada olan bitenlerin beni nasıl karlı bir gece vakti hissiyatına gark ettiğini hissediyorum. Sonra da aynı şairin ‘Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında’ mısrasına geçiş yapıyorum.
Bazen bu düşünceleri paylaşırken ve bu satırları okuyacak arkadaşlarda, ‘evet ama’ diye başlayacak ve içinde sadece mantık barındıran cümlelerin peşinden geleceğini hissediyorum. Oysa, mantık yürüten arkadaşların bilmedikleri tek şey, karşınızdaki muhataplarınız genelde sizin yürüttüğünüz mantığı yürüteli hayli zaman oluyor. Düğümlenen mesele, mantık olarak anlamaya çalıştığınız olayları, insanın kendi gönlüne anlatamaması. Neden bahsediyor bu adam? Anlatayım: Ayasofya Camii’ne girerken yatsı ezanı okundu ve güvenlik kontrolünden geçerken sıra yavaş yavaş ilerlerken, arkadan gelip sizin önünüze bile bile giren ve sözüm ona namaza yetişmeye çalışan ama hak yiyenlerden bahsediyorum. Bunda ne var mı diyorsunuz? Çok şey var bunda.
İnsanların arkasından konuşmanın, gıybet etmenin yerden yere vurulduğu hadisleri, sanki hiç böyle hadisler yokmuş gibi en bilgili insanından en az bilgilisine kadar hiç kimsenin tınmamasından bahsediyorum. Evden çıkıp hangi insanla merhaba etsem istisnasız her ortamda gıybet ediliyor. Bir de internet ortamında, çenesinin altına kadar sakalını uzatan, sonra isim vererek, yani arkasından gıybet ederek, insanları tekfir eden hoca tipleri var. Yahu siz nasıl Kur’an ve nasıl hadis okuyorsunuz? İnandığınız dünyanın temel kuralına ters ve bunu da İslam adına yapmak kadar tezat bir şey olabilir mi? ‘Kim bir ayıp görür ve onu örterse, diri diri gömülmüş bir kızı ihya etmiş gibi olur’ (Ebu Davud, Edeb). Üstelik size göre ayıp olduğunu farz edersek böyle. Zannediyorum ayıp olarak görülmemesi mesele. Bunda ne var mı diyorsunuz? Çok şey var bunda.
Bir zamanlar bazı arkadaşlarla sırf Hollandaca anlaşılır olsun diye, hayatın en değerli kitabı olan Kur’an’ı Hollandaca bastık, basıyoruz hâlâ (De Levende Koran). İnsanız ve içinde insani olan metodolojik ya da kelime tashihleri olabiliyor ve düzeltildi, düzeltiliyor ve daha da düzeltilmeye devam edecek ta ki mükemmele ulaşana kadar. Bir başkaları, bizimle konuşup bilgi alma ihtiyacı bile duymadan başlıyorlar Kur’an hakkında anti propaganda yapmaya. Bu nasıl bir nefrettir? Bir başkası, aramızda yapılan protokole bile isteye uymadan, kendi başına yeniden bastırıyor ve bağıra çağıra hakkımıza giriyor. Yahu, siz maddî boyutunu geçtim, manevî olarak yapılan emeğin farkında mısınız? Hakka girerek bastığınız kitabın hangi kitap olduğu hakkında tabii ki onların bir fikri var, benim de mantığım var. Ama dedim ya, gönlüme anlatamıyorum. Bunda ne mi var diyorsunuz? Çok şey var bunda.
Çok şey olarak ne var bunda? Bu insanlarla aynı din olarak İslam’ı paylaştığımız bir gerçek, herkesin kendi hesabını kendi vereceği de bir gerçek. Ama Allah Rasulu ganimet dağıtırken, “Allah’ın ve Rasulu’nun adaleti bu mu” diyerek çemkiren adamın karşısında kızaran sevgili Peygamber gibi, benim de bu adamlarla aynı dini paylaşmak gönlümü acıtıyor. Hepsi bu.
Nasıl mı, Nasılsın mı?
Hayat nasıl gidiyor, işler nasıl? Bu ve buna benzer soruları gündelik hayatta çok sık duyuyoruz. Hatta “nasılsın?” diye de soruluyor ama genelde kastedilen işler güçler şeklinde soruluyor ve cevaplayan da bu minvalde cevap veriyor.
Bir kaç kez özel hayatımda benim için değerli olan insanlara, ‘nasılsın?’ diye sorduğumda, ‘valla iş-güç ne olsun, koşturmaca’ cevabını alınca soruyu tekrar soruyorum: ‘onu kast etmedim, sen nasılsın? diyorum.’ Bu sorudan hemen sonra 4-5 saniye bir sessizlik oluyor genelde ve o sessizlik içinde karşı tarafın duygulandığını hissediyorum ve sesin titreşimlerinden de anlayabiliyorum. Nedeni ise karşımdakini sevdiğimden kendisini ciddiye alıp ona değer verdiğimin ve kendisinin de çok değerli olduğunun sinyalini veriyorum ve bu da beni çok mutlu ediyor.
Bu sorunun çok sık ve herkese kullanılmasına gerek yok. Nadiren ve çok seçici olarak kullanılması onu bence hep değerli kılacaktır. Sahi, siz en son ne zaman bu soruyu sordunuz ya da bu soruya muhatap oldunuz?
Kamil’i Kaybettik
Uzun yıllardır hafta sonları sevdiğimiz arkadaşlarla hasbelkader voleybol, futbol oynuyoruz. Kamil de bu gruba dâhil oldu ve onunla bu grupta tanıştığımızı hatırlıyorum. Aradan bir kaç yıl geçtikten sonra, sağlık sorunlarının olduğunu duyduk. Otuzlu yaşların sonlarındaydı, gençti. “Bir kaç ay ömrün kaldı” demişlerdi. Onu aradığımda ‘sana her sabah namazında dua edeceğim’ sözünü verdim ve hiç aksatmadım. Ben onu arayıp sıkboğaz etmek istemedim, ama o beni ihmal etmedi. Genelde o aradı, sesini duyurdu bana. Gülüştük ama sadece gülüştük. Bazen bir kaç gün önce aradığını unuttu, tekrar aradı. Ben sesini duyduğuma yine çok mutlu olmuştum. ‘Bir kaç ay ömrün var dediler abi, bak kaç sene oldu’ diyerek sevincini paylaştı. Ben de bu sevince katıldım gönlümden. Rabbim ona 5 yıl daha ömür vermiş. Gün geldi haber alamaz oldum, telefonlar kesildi. WhatsApp mesajı atıp biraz bilgi kırıntısı almak istedim, eşi yazdı, durumu anlattı. Hastaneye aldılar, gitmedim. Kimseye yük olmak istemedim, sadece sabah namazı dualarına devam ettim.
Şimdi onu kaybettik, ama Rabbimize uğurladık, kavuştu en sevgilimize. Kabrin nur, mekânın cennet olsun, sevgili dost.
Ergün Madak —◄◄