Bu çağda en büyük gürültü sokakta değil; insanın kalbinde kopuyor.

Dışarıdan bakınca herkes yerinde duruyor gibi görünüyor ama iç dünyalarda bir fırtına, bir savruluş, bir sessiz çığlık var. Çünkü insan artık kendisiyle kavga ediyor; rolüyle, kimliğiyle, fıtratıyla…

Kadın olmanın anlamı değişti; erkek olmanın yükü unutuldu.

Kadın güçlü olayım derken inceliğini, merhametini kaybediyor; erkek özgür olayım derken dirayetini, sorumluluğunu bırakıyor.

Sonra “Neden bu kadar huzursuzuz?” diye soruyoruz kendimize.

Oysa cevap çok açık: İnsan kendi mayasına ihanet etti.

Sosyoloji, toplumun temelinin aile olduğunu yıllardır yazar.

Psikoloji, kimlik karmaşasının bireyi içten çökerttiğini anlatır.

Din ise hepsinden önce der ki:

“Her yaratılış bir ölçü üzerinedir; ölçüyü bozan, düzeni bozar.”

Bugün düzensizliğin bu kadar görünür olmasının sebebi tam da budur.

Evlerde ses yükseliyor ama huzur yükselmiyor;

şehirlerde ışık çoğalıyor ama umut artmıyor.

Çünkü insanın içindeki tartı şaşmış durumda.

Anne, merhametle değil yorgunlukla konuşuyor;

baba, vakar ile değil bezginlikle yaşıyor.

Bu ikisi birbirine yaslanamayınca, çocuk da yönünü kaybediyor.

O çocuk büyüyünce neye tutunsun?

Hangi rolü örnek alsın?

Hangi değeri benimseyip hangi yükü taşısın?

Toplumun en büyük felaketi;

kadının kadınlığı unuttuğu, erkeğin adamlığı bıraktığı gündür.

Bugün tam da bu tabloyu yaşıyoruz.

Bir taraf erkeksileşiyor, diğer taraf çocuksulaşıyor.

Aradaki denge bozulunca, aile çatırdıyor;

aile çatırdayınca toplum sallanıyor.

Biz modernleşmeyi ilerlemek sandık;

oysa modernleşirken özümüzü kaybettik.

Kelimeler çoğaldı ama anlamlar eksildi.

Haklar arttı ama sorumluluklar küçüldü.

Görüntü büyüdü ama insan küçüldü.

Oysa çözüm, ne yeni ideolojilerde ne de parlak sloganlarda gizli.

Çözüm, insanın kendisine dönmesinde.

Kadınlığı onurla, erkekliği vakar ile yeniden hatırlamasında.

Fıtratın sesini bastırmak yerine, ona kulak vermesinde.

Unutmayalım: İçindeki fırtınayı dindirmeyen, dışarıdaki hiçbir düzeni düzeltemez.

İnsan kendine dönmedikçe; evler yuva olmaz, sokaklar huzur bulmaz, toplum dirilmez.

Artık gerçeği kabul etme vaktidir: İnsanı bozan şey dünya değil, insanın kendine yabancılaşmasıdır.

Ve yabancılaşmanın ilacı; özümüzle barışmak, rolümüzle yüzleşmek, fıtratımızla yeniden buluşmaktır.                                           —◄◄