Gazze’de evlenen iki güzel gencin, sığındıkları hastanenin bir odasında düğünlerine katılanlar böyle söylüyorlardı: “Yasemin olan sadece gelin mi?” Gazze’de yaşayan herkes Yasemin. İlginç bir çağda yaşıyoruz. İlginç dedim ama garipsemeyin. Hissettiklerimi nasıl anlatacağımı kestiremiyorum. İlginç bir çağ dedim çünkü kafamız karmakarışık. Bizim dışımızda olup bitenlerin bize intikali ve bizde bir karşılık bularak geriye tavır olarak dönmesi mümkün olmuyor. Olmuyor da ne oluyor? Büyük bir keşmekeşin içinde tek başına yaşamak. Olan bu. Bu iyi bir şey değil.
Üzerinde yaşadığımız dünyanın bir yerinde, insan aklının asla kabul edemeyeceği bir zulüm yaşanıyor. Bu zulmü iliklerine kadar yaşayan insanlar, bir şekilde hayat denilen olgunun gereğini yapmak için mücadele veriyorlar. Hemen yanı başında, sınırın biraz ötesinde ise hayat denilen olgu normal akışında devam ediyor. Bunun insan açısından tahlilini yapmak, üzerinde düşünmek gerekiyor.
Konfor galiba bu çağda bizi en çok zorlayan mesele. Girdap gibi, hissettirmeden insanı içine çekip, kendine ram ediyor. Yasemin gelinin düğününe bakınca, onun dışında hemen herkes konforlu bir hayat yaşıyor. Neden konfor bizi farklı bir yöne/yola mecbur ediyor? Nihayetinde “rahat bir hayat bizimde hakkımız” diyorum kendime. Ama daha ileri gidemiyorum. Çünkü daha ilerisi anlamsız geliyor. Rahat bir hayat evet sonra, daha rahat bir hayat. Bu insana yakışmaz kanımca.
“Mu’min için dünyanın zindan olduğunu” okuduk. İlk zamanlar ne demek istendiğini anlayamamıştım. Neden zindan olsun. Bu kadar konforun içinde yaşayan ben, zindandayım nasıl diyebilirim. Ama zindan, içinden mutlaka çıkılması gereken bir yer, mekân tutulmaması, kanıksanmaması gereken bir yer olduğunu kabul edersek, konfor diye kabul edip vazgeçemediklerimizin aslında bizi zindana mahkûm eden hususlar olduğunu görebiliriz. Neden ve neresi için bu zindandan çıkalım? Asıl yurt olan ahiret için. Galiba ahiret, dünya kadar içimizde/işimizde olmadığı için, çok kolay kaymalar, anlam kayıpları oluyor.
Mesela ben hayatımda “Allah’ım asıl vatanımı çok özledim” demedim. Bu dünya için isteklerimi sıraladıktan sonra ahiret yurdu için bir şeyler söyledim. Bu çok garip bir durum. Garip bir durum çünkü, İslam dairesine girmek için şahadet getirmek gerekiyor. Bu sıradan bir cümlenin ikrarı değil. İnsan olarak bütün benliğimizi ve peşi sıra halis bir niyet ile ikrar edebileceğimiz bir konu. Şahadet getirmiş bir insan, zindanın nasıl farkında olmaz veya farkına varmayı engelleyen konfora itibar eder? Şahitlik ediyorum, görür gibi. Fakat bir adım ilerisinde kendimi yalanlayan tavırlar…
Gelinleri Yasemin’in düğününde, dillerinden gönül dolusu sevgi cümleleri dökülen bu insanlar, ağır saldırılar altında bunu nasıl başarıyorlar? Galiba konfor yıkıldıkça, daha da önemlisi zihin konforu yıkıldıkça ortaya, gerçek insan çıkıyor bütün ihtişamıyla. İnsan, Hz. İnsan.
Tarihte büyük badireler atlatmış bir milletin, İslam Milleti’nin mensubuyuz. Bugün de büyük bir imtihanla karşı karşıyayız. Bununda üstesinden geleceğiz Allah’ın izniyle. Her imtihan içinde yeni imkânlar barındırır. Üzerimize yük ettiğimiz onca şeyin, aslında neye tekabül ettiğini görmemize ve asıl yurda nitelikli göç hazırlığı yapmamıza sebep olur.
“Rabbimiz, bizden Allah’ın âyetlerini okuyabilmemiz için enfüste (iç’e doğru)
ve âfâkta (dışa doğru) yolculuk yapmamızı ister.” Bu yolculuğun bir yerden çıkmayı gerektirdiğini gördüğümüzde, zindanı kanıksamayacağız. Ve bu çıkış kendimizin de farkına vararak, çevremizi güzelleştirecek, varması gereken son noktaya kadar sürecek.
Yasemin gelinin düğünü, o büyük imkânsızlıklar içinde nasıl olabilirdi ki, hastanenin bir odasında, ölümle burun buruna iken. Her an ölmeyi beklerken bir düğün yaptılar. Şarkılar söyleyip, hediyeleştiler. Bir saç tokası, bir gömlek. Ev kuruldu dünya yıkılırken…
O hastanenin dışında kalan bütün dünyaya baktım, koca bir zindan. Ve hâlinden memnun insanlar…
Yasemin gelin evlendi. Kocası ile hâlâ hayatta mı bilemiyorum. Ama şunu biliyorum ki, hesabımız çok çetin olacak…
Medet… Behçet Ali Şeker —◄◄