Hollanda eğitimi uluslararası ölçümlerde oldukça kaliteli olarak bilinir. Dünya sıralamasında genelde ilk on sırada yer alır. Bu sonuçlar hem ilkokul hem de orta-lise için geçerlidir. Her defasında Hollanda üniversitelerinden birkaç tanesi dünya üniversite sıralamasında ilk 100’e girerler. Sadece bu mu? Genç neslin mutluluğunda da Hollanda gençleri ileri seviyede ‘çok mutlu’ olduklarını bildirirler. Özgürüdürler. İmkânları çoktur. Bağımsız ve bireyseldirler. Bir senede çok defa izine gidebilirler. Rüştlerine vardıklarında kendi başlarına yaşarlar. Kendi ailelerine de ihtiyaç duymazlar. Çok kısa zamanda kendi sosyal çevreleri oluşur. Bulundukları çevreye göre sosyal çevreleri değişken olur. Yani esnektirler.  Yeni sosyal medya ile mesafenin sınırlamasında sorun olmaz. Dünyanın her yerinde insanlarla ilişkileri olur. Dil de engel değildir, kültür de engel değildir.

Hollanda bu sonuçlarla gurur duyar ve kendini ‘rehber’ ülke olarak görür.  Uluslararası ilişkilerde dikkat çeker ve bu durum Hollanda’nın bir çeşit ‘marka’ olur. Hollanda Yüksek Eğitimi pek çok ülkeden öğrenci, turist ve girişimci çeker. Bunların sayısı o kadar çok ki eğitim kurumlarının eğitim dili daha çok İngilizce olarak düzenlenmiştir. Restoranlarda, sokakta ve pek çok işletmede yaygın olan dil İngilizcedir.

Geçtiğimiz birkaç sene içinde Hollanda’nın bu konumunu yitirmekte olduğu ortaya çıktı. Özellikle korona salgınından sonra. Uluslararası Araştırma Şirketi PISA, çok sayıda (81) ülkede araştırma yapıyor. Her üç sene de temel konularda (dil, matematik ve fizik) araştırmayı tekrar ediyorlar. 15 yaşındaki gençler araştırmanın hedef grubu. Araştırma karşılaştırmalı oluyor. Yani araştırmanın bulgulardan hareketle ülkeler sıralamaya konuyor. En son araştırma 2022’de yapılmış. Bu araştırmada Hollanda birdenbire çok düşük seviyeye yerleşiyor. OECD ülkeleri arasında sondan ikinci. Hollanda’nın altında Yunanistan yer alıyor. Bu seviye düşüklüğü özellikle dil ve matematikte oluyor. Yine aynı senede yapılan başka bir araştırmada bu ‘düşük seviye’ Hollanda’nın kendi araştırmacıları tarafından da teyit ediliyor. Bu IBO (Bakanlıklar Arası Politika Araştırması) araştırması da Hollanda ilkokul ve ortaokullarındaki öğretimin kalitesinin düştüğünü tespit ediyor. İş bununla da kalmıyor. Yine aynı araştırma öğretimin kalitesinin düşmesi ile öğrencilerin ciddi bir kesiminin avantajalar ve donanımları bakımından eşitsizliği arttığını da tespit ediyor.

Bu netice Hollanda için büyük bir şaşkınlığa neden oldu. Özellikle Eğitim Bakanlığı ve geçtiğimiz sene istifa etmek durumunda kalan Bakan Wiersma bu tespitler (temel bilgi ve becerilerde seviyenin düşmesi ve avantajda eşitsizliğin artması) eğitim politikalarını değiştirmek ve yapısal değişime gitme kararı almasına neden oldu. Bakana göre kalite seviyesinin bu denli düşmesi (OECD ülkeleri arasında sondan ikinci) kabul edilemezdi. Muhakkak açıklanması gerekiyordu. Seviyenin bu denli hızlı düşmesi çok dikkat çekici idi. Ancak bunun nedeni ne olabilirdi? Sadece şok edici değil kısa zamanda açıklanması ve sorumlular bulunmalı idi.

Eğitim kanununun göre, kaliteden okul idareleri sorumlu idi. Kanunu düzenlemeye göre Eğitim Bakanının eğitimin organizesi, pratiği ve isleyişi hakkında bir yetkisi yoktu. Pratiğe yön vermesi pek mümkün olmuyordu. Anayasanın 23. maddesinden hareketle okulların eğitim politikalarını ve pratiklerini belirleme okul idarelerine devredilmişti. Devletten devraldıkları bu sorumluluğu yerine getirmek içinde gerekli kaynak okul vakıflarına aktarılıyor. Bu sorumluluk dağılımında eğitim bakana kalan, kaynakları dağıtmak ve eğitim kanunu ile düzenlenmiş hedeflerin tatbikini izlemek. Ancak istisnai durumda müdahil olma imkân var ya da sübvansiyon üzerinden yönlendirme yapabilmekte. Bu durumda eğitimin genel kalitesinden politik olarak Bakan sorumlu iken, Bakanın yürümekte olan eğitimin pratiği ile hiçbir yetkisi yoktur. Müdahale edemez ve talimat veremez. Olağan üstü durum hariç. Bu da oldukça yavaş isleyen ve yorucu bir süreç olmakta. Normal durumlarda, Bakan seyircidir ve okulların çocuk başına hak ettiği kaynakları onlara güvenerek vermek durumunda. Davul Bakan’da tokmak okul idarecilerinde

Seviyenin hangi düzeyde olduğunu tespit etmek ve ölçmek ise Eğitim Müfettişliği görevi idi. Bu devlet kurumu da Bakandan bağımsız olarak görevini yerine getirmektedir. En azından bunu sürekli dile getirerek, ‘objektif’ ve ‘gönenilir’ olduğunu öne çıkarmaktadır.

Bu durumda bakan ne yapsın? Bu gerilimi doksanlı yılların ikinci yarısından itibaren fark etmiştim. Özellikle devlet eğitim sekreteri Netenlenbos döneminde. Ancak önceki bakanlar bu ‘sorumluluk dağılımını’ ve ‘bloklu’ eğitim yapılanmasını sorun etmiyorlardı. Hepsi de Anayasa’nın 23. maddesini savunuyorlardı. Hatta ideolojik olarak övüyor ve güçlenmesi için yeni düzenlemeler yapıyorlardı. İlk defa Bakan Wiersma bu çizgiden saptı. 23. maddeyi tartışmaya açmadan, ona atıfta da bulunmadan devletin rolünü güçlendirmeye başladı. Pek çok yüksek tasfiye kurullarının yönlendirmesine rağmen.

Bu yönde bir dönüşüm için Eğitim Bakanı bu iki hususu (seviye düşmesini ve dezavantajda eşitsizliğin araması) meşrulaştırıcı gerekçeye dönüştürdüğünü görüyoruz. ‘Bu kadar sorundan sonra seyirci kalamam’ demeye getiriyordu. Ancak ‘düzeni’ değiştirmeye bu kadarı yetmezdi tabi ki. Geçtiğimiz 30-40 sene içinde oluşmuş eğitim yapılanması oldukça güçlü. Mecliste bu yapının savunucusu olarak Hristiyan partiler var. PvdA ve D66 ise daha ‘nötr’ bir tutumdalar. Seçim programında her iki parti de Anayasanın 23. maddesini ‘modernleştireceğiz’ diyorlar. Değişime açıklardı yani. Düzeni değiştirebilmek için bakan, bu iki sorundan da okul idarelerinin sorumlu olduklarını iddia etti. Onlar yüklendikleri sorumlulukları iyi yerine getirememişlerdi. Bu durumda Bakanın müdahale etmesi bir zorunluluk oldu. Çocuklar için, onların donanımı için, geleceğe iyi hazırlanmaları için, Hollanda için. Eğitim Bakanına göre ‘temel bilgi ve beceriler’ (basisvaardigheden) çocukların geleceğini belirler. Bu alanda ihmal kabul edilemez. Hangi gerekçeyle olursa olsun.

Bakanın bu tutumu, anlayışı ve akıl yürütmesi oldukça etkin olduğu görünüyor. Nitekim pek itiraz eden de olmuyor. Hatta okul idarelerinden dahi pek bir ses gelmedi. Hâlbuki bu iki sorunun açıklanması başka gerekçelere dayanabilir. Korona, sosyal medya, İngilizcenin eğitimde ve günlük hayatta yaygınlaşması, nesiller arası farkın belirginleşmesi, toplumun sağlaşması, sertleşmesi, bireyselleşmesi gibi.  Veya hepsi birden. Çünkü bu hususların sosyal ilişkiyi ve kontağı azalttığı çok belli idi. Üstelik, öğretmenlerin, okullar müdürlerinin ve idarecilerin bu değişen koşullardan kaynaklanan sorunları çözmek için gayret sarf ettikleri belli. Yetmedikleri de belli. Eğitim süreçlerinin bu değişimlerden dolayı daha da karmaşıklaştığı ortada. Velilerin, ailelerin ve sosyal çevrenin (cemaatin) dahi yeteri kadar etkili olamadıkları belli.

Bakanın bu sorunun adresini ‘okul idareleri’ olarak belirlemesi oldukça yüzeysel ve politik bir akıl yürütme ile yapıldığı oldukça açık. Bu yanılsamanın nedeni de açık. Kanunen, temel bilgi ve becerileri geliştirmek, hedeflenen düzeye çıkartmak ve bunun için devletten alınan kaynakları bu yönde kullanmak okul idarelerin sorumluluğu. Bu doğru. Eğitim Kanunu’nun bu yaklaşımı da okul idarecine işaret ediyor. Kanun bu ilişkiyi böyle kurgulasa bile, ortaya çıkan sorunların sebebi başka nedenler olabilir. Korana da bunu gördük. Okullar bütün imkânlarını en iyi şekilde kullanırlar, ancak yine olmamıştı.

Bakanın bu seçeneği görmemesi ve çok keskin bir şekilde okul idarecilerini ‘suçlu’ ilan etmesi onun ‘politik’ ve ‘ideolojik’ olmasından kaynaklanmaktadır. Yani politik ajandası için bir ‘suçluya’ ihtiyacı vardı ve bu ajanda için bu suçlu okul idareleri olmalı idi. Bu ‘suçlama’ işlemini bakan oldukça iyi yürüttü. Hükûmet ve bakan düşmüş olmasına rağmen, bu politikasını devam etti. Hatta bakan Wiersma, davranış bozukluklarından dolayı, bakanlıktan ayrılmak zorunda kaldı. Yerine gelen geçici bakan bayan Paul da bu politikaları hiç değiştirmeden devam ettirdiğini görüyoruz.

Bu durum da gösteriyor ki, bu politika Mecliste geniş bir desteğe sahip. Gördüğüm kadarı ile bu politika, yönelişi itibari ile, toplumsal desteğe de sahip. Bu yöneliş somut olarak ne ifade ediyor? Bakan ve bu hükümet bu değişimi nereye götürmek istiyordu? Her şeyden önce bakan ‘eğitimin pratiğine yakın duran, sorumluk üstlenen bir devletten’ bahsediyor. ‘Yönetmeyi eline alan’, ‘aktif merkezi idare’ gibi ifadeler kullanıyor. Okul idarelerini aşıp, direk okullarla muhatap olan, öğretmenleri ve okul müdürleri yönlendiren ve onlara talimat verebilen bir Bakanlık. Bu yönde attığı adımların hepsini ‘yeni idari felsefe’ olarak nitelendirmekte. İlk aşamada hem okul idarelerini ve hem de okullara muhatap olan bir devlet.

Okullarla direkt muhatap olabilmesi için yeni düzenlemeler yapması gerekiyor Bakanın. Bunun anlamı yeni kanuni düzenlemelerle okulların, öğretmenlerin ve okul müdürlerinin görevlerini daha da ‘netleştirecek’. Yoruma açık olan yönleri yok edilecek. Eğitimin hedeflerinde, kaynaklarında ve didaktik yöntemlerde ki belirsizlik giderilecek. Benzer düzenlemeler okul idareleri içinde yapılacağı belli. Başka bir deyişle, öğretmenin, okul müdürünün ve idaresinin yetki anlamlarını, devletin lehine daraltacak Bakan. Bu yöneliş ve değişim hedeflerine vardığında eğitim personele büyük oranda kendi koşullarında kendi mesleki davranışlarını inşa eden, tercihler yapan, ihtiyaca göre esnek olan ve uyumlu davranış üretebilen ‘bağımsızlığı’ yitirecek görünüyor. Büyük oranda, Devlet ve kanun ona neyi emrediyorsa onu yerine getiren ‘yürütücü’ olacaklardır. Eğitim Müfettişliği ise okullara çok yakın duran, Demokles’in kılıcı gibi.

Bakan bu politikalarının ufkunda Hollanda eğitim sisteminde yapısal düzeyde değiştirmek olduğu oldukça açık. Bütün okulların ve okul idarelerinin temsil edildiği istişare kuruluna katılan eğitim kuruluşları bu konuda görüş birliğindeler. Bakan, içeriden ve sincice Hollanda eğitim sisteminin ‘bloklu’ yapılanmasını (ki bu yapılanma 200 yıllık bir geçmişi vardır) kaldırmak için adımlar atmaktadır.

Bu süreç bittiğinde Fransa veya Türkiye’de olduğu gibi örgün eğitim tamamen merkezden idare edilen, Eğitim Bakanı’nın eğitimin genel çerçevesini de pratiğini de belirleyen merkezi otorite olacaktır. Büyük bir kamu kurlusu olacaktır.

Bu kamu teşkilatının ana hedefi ‘makbul vatandaş’ yetiştirmek olacaktır.

Toplumsal farklılık değil, ortak kimlik yönlendirici norm olacaktır. Toplumda var olan farklı kimlikler daha da yadsınacak ve kültürel homojenleştirme, benzeşme süreci belirginleşecektir.

Bu Bakan, bu surecin kanuni altyapısını bitirmek üzere. ‘Temel bilgi ve beceri’ ve ‘vatandaşlık eğitimimi’ kanunları büyük oranda tamamlandı. Ancak sürecin daha başlangıçtayız.

Bu surecin başarılı bir şekilde ilerlemesi için İslami okullar, camiler ve İslami kuruluşlar etrafında, politik malzeme orak, yeni ‘sorunların’ ortaya çıkması ‘gerekmektedir’.

Daha zor bir döneme adım attığımız çok ortada.

Raşit Bal                                     —◄◄