Değerli okuyucular ve özellikle gençler!

Rahmetli N. F. Kısakürek “DESTAN” şiirinde şöyle diyor:

“Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!

Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:

Çekiyor tebeşirle yekûn hattını âfet;

Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!

Durum diye bir lâf var, buyrunuz size durum;

Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodurum!

….

Utanırdı burnunu göstermekten sütninem,

Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem.

Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina;

Evde cinayet, tramvay arabasında zina!

Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil;

Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil!

Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama,

Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!

Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul;

Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.

Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;”

Herkes bir yol tutturmuş. Dünyanın batısında doğusunda, kuzeyinde güneyinde… Fakir ülkelerde, zengin ülkelerde… Kadın erkek, çoluk çocuk… Herkes hayat yoluna çıkmış kendine göre bir menzile, bir hedefe doğru gidiyor.

Bu hayata gelenler acaba “ben buraya nasıl geldim”, “beni buraya kim getirdi”, “beni buraya getiren niçin getirdi acaba”, ”benim bu hayat denilen uçsuz bucaksız alanda ne işim var” diye soruyorlar mı? Bu sorularına bir cevap arıyorlar mı? Sorularına mantıklı, ikna edici, inandırıcı cevaplar alıyorlar mı? Sormaya değer.

Hayat bir yol, herkes bir yolcu… Herkes kendine göre doğru bildiği hayat sürecinde yaşar. Günlerini değerlendirir, vaktini geçirir, ömrünü harcar, hayatını tükenir… Kim bilir hangi amaçlar uğruna…. Kim bilir hangi menzile ulaşmak için… Kim bilir hangi planları gerçekleştirmek üzere… Kim bilir neler kazanmak, neler elde etmek için…

Herkesin kendine göre bir hayat anlayışı var… Her toplumun benimsediği yaşama biçimi var… Herkesin veya her toplumun geleneği, âdetleri, kendilerine göre değer yargıları, ölçüleri (normen en warden’ı) var…

Herkesin kendine göre bir seçimleri, tercihleri, meyilleri var…

Herkes günlük hayatta uyandıktan sonra uyku vaktine kadar hareket eder, çeşitli davranışlarda bulunur, çeşitli çalışmalar yapar. Bütün bunlar onun tercihleridir, uygun gördüğü, doğru zannedip yaptığı şeylerdir. (Din dilinde bu davranışlara ‘amel’ denir.)

Lakin herkes tercihlerinin veya davranışlarının doğru mu, yanlış mı, isabetli mi isabetsiz mi, kendine veya insanlığa faydalı mı zararlı mı diye dönüp bakmalı değil mi? Herkes yaptığı ve ürettiği açısından topluma, insanlığa hangi katkıyı sağladım diye düşünmeli değil mi? Herkes yaptıklarımla acaba topluma ve insanlığa zarar mı verdim diye düşünmeli değil mi?

Kimisi sabah erkenden kalkar işine gider, işinin hakkını verir, temiz iş yapar. İşiyle kendine, ailesine, topluma fayda sağlar. Yatağına yattığı zaman “oh, bu günüm de güzel geçti” deyip gönül huzuruyla uyur. Ertesi sabah da aynı niyet, aynı enerji, aynı huzurla tekrar işine gider. Bir anlamda görevini yapar.

Öyle ya şu âlemde her şeyin bir görevi olduğu gibi; yaratıklar arasında seçkin bir yeri olan insanın da görevi, ya da sorumluluğu var.

Kimisi de sabah –belki de geç- kalkar, sonra da zararlı ve fesat işlere yönelir. Başkalarına zarar verir, haksızlık yapar… Çalar, çırpar, kandırır, aldatır, yalan söyler, yalan yazar, iftira eder, yanlış yola davet eder, kötülük yapar, kötülere destek olur. Şer ve münker (kötü ve nefret edilen) işlerle, faaliyetlerle meşgul olur. Güzel ahlâka uymayan, insanın temiz fıtratıyla (yaratılışıyla) bağdaşmayan çirkin, seviyesiz, rezil işlere bulaşır.

Bazı toplumlar da, bazı gruplar da, bazı organizeler de bu yanlışları, çirkinlikleri yapabilirler, üstelik severek yaparlar. Birileri onlara “yapmayın etmeyin, bu çirkinliklere bulaşmayın” dese kabul etmezler. Böyle diyenlerle alay ederler. Hatta “bizim zevkimize karışma, yoksa…” diye tehdit ederler. Onlar kendileri gibi çirkinlikleri (bir anlamda İslâm’ın haram kıldığı işleri) yapmayanlardan da Lût kavmi gibi hoşlanmazlar.

Hatta insanlara hizmet için, onları iyi yönde eğitmek, onların haklarını korumak, adâleti sağlamak, haksızlıkları önlemek için kurulan devletler bile bu hataları yapabilirler. Bazıları insan hakları iddiasıyla, insan haklarını ihlâl ederler. Çıkarlarına uygun ise güçlüleri, haksızlık yapanları çeşitli yardımlarla desteklerler. Yine çıkarları gerektiriyorsa zayıf ülkelere saldırabilir, işgal edebilir, zenginliklerine el koyabilirler.

İşte kişilerin, toplumların, devletlerin bu yanlışlarından dolayı zamanımızda zulümler, haksızlıklar, nefretler, ırkçılık, psikolojik hastalıklar; bunalımlar, intiharlar, mağduriyetler, yıkımlar sürüp gidiyor. Birilerinin bencilliği, açgözlülüğü, doymamışlığı, cimriliği yüzünden nice mazlumlar, toplumlar pek çok sıkıntı yaşıyor. İnsanların hataları, hadlerini aşmaları sebebiyle karada ve denizde fesatlar çoğalıyor. (Rûm 30/41)

Ama ne yazık ki insanların çoğu bunun farkında değil.

Onlara bazı gerçekleri hatırlatmak gerekir.

Rabbimiz insanlara, özelde Kur’an’ın davetinden yüz çevirip âhireti inkâr edenlere diyor ki: “(Hâl böyle iken) nereye gidiyorsunuz?” (Tekvir 81/26)

Yani size hakikat, doğru yol, en güzel ölçüler, en güzel ahlâk ilkeleri açıklanmışken; neden doğru yoldan sapıyorsunuz? Neden yanlış görüş ve düşüncelere kapılıyorsunuz? Neden yanlış, çirkin, zararlı işler yapıyorsunuz?

Evet, doğru yoldan çıkana günlük dilde bile “neden doğru yoldan ayrıldın” denilir. “Ey insanlar size her şeyin doğrusu ve güzeli size bildirilen bu yolu bırakıp da hangi yola giriyorsunuz?”

Hak’tan gelen hakikate akıllarını ve yüreklerini kapatanların durumu göz göre göre doğru yoldan sapanlara benzer. Doğru yoldan sapınca da hem hedeflerine ulaşamazlar, hem de sayısız kötülüğe bulaşırlar.

İşte böylelerine, canının her istediğini, dolaysıyla kötülük ve haksızlık yapanlara, sonra da ölümü ve ondan sonraki hayatı, oradaki sorguyu hesaba katmayanlara tekrar demek lazım:

“DURUN KALABALIKLAR BU CADDE (gittiğiniz yol, hayat anlayışınız) ÇIKMAZ SOKAK”                                               —◄◄…