“Avazeyi bu aleme Davud gibi sal / Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş” dizelerinin şairi Baki, eserleriyle Divan edebiyatında şiire biçim ve içerik

Yaşamının büyük bölümünü İstanbul’da geçiren, renkli kişiliği ve etkili dizeleriyle yüzyıllar sonra dahi adından söz ettiren divan edebiyatı şairlerinden Baki‘nin vefatının üzerinden 421 yıl geçti.

“Sevgilinin yanağı üstüne saçından ter damlasa sanki açılmış gül yaprağı üzerine çiğ tanesi düşmüş gibi olur, Salınarak yürüyen servi ağacının üzerine bir deste gül bağlasan da yine gül yanaklı, güzel boylu sevgilinin yerini tutamaz” gibi unutulmaz dizelere imza atan Baki, 1526’da İstanbul’da dünyaya geldi.

Asıl adı Abdülbaki Mahmut olan şair, kısa süre saraç çıraklığı yaptı, daha sonra medreseye başladı. Devrin ünlü alimlerinden Karamanlı Ahmet Efendi ile Mehmet Efendi’den dersler alan Baki, tarihçi Hoca Sadettin Efendi ve şair Nev’i ile ders arkadaşlığı da yaptı.

Baki, 18-19 yaşlarındayken İstanbul’un en beğenilen genç şairlerinden biri oldu, hocası Mehmet Efendi için yazdığı “Sümbül Kasidesi” ile ününü artırdı ve dönemin ünlü şairlerinden Zati’nin dikkatini çekti.

Nahçıvan seferinden dönen Kanuni Sultan Süleyman’a 1554’te takdim ettiği kasidesi ile padişahın da dikkatini çeken usta şair, Süleymaniye Medresesi’nde derslerine devam ettiği Kadızade Ahmed Şemseddin Efendi’nin Halep kadılığına atanmasının ardından Halep’e gitti.

Şair Baki, İstanbul’a döndükten sonra 1560’ta Şeyhülislam Ebussuud Efendi ile tanıştı, 1564’te ise padişahın isteğiyle Silivri’deki Piri Paşa Medresesi’nde göreve başladı.

4 padişahın saltanatına tanıklık etti

Kanuni Sultan Süleyman’ın vefatı üzerine duyduğu üzüntüyü “Kanuni Mersiyesi” ile dile getiren Baki, 2. Selim döneminde Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın yakınında bulundu.

Saray toplantılarına çağrılmaya başlanan divan şairi, 3. Murad döneminde de vazifeye devam etti ve Süleymaniye Müderrisi oldu.

Mekke ve Medine kadılıklarına atanan, ikişer kez İstanbul ve Anadolu kazaskerliği, üç kez de Rumeli kazaskerliği yapan Baki, 7 Nisan 1600’de İstanbul’da vefat etti.

Hayattayken “Şairlerin Sultanı” anlamına gelen “Sultanü’ş Şuara” unvanını alan Baki’nin cenaze namazını Fatih Cami’nde Şeyhülislam Sun’ullah Efendi kıldırdı.

Baki, cenazeye katılan devlet erkanı, vezirler, alimler, şairler ve sevenlerinden oluşan kalabalık tarafından, Edirnekapı’nın dışında Eyüp Sultan’a giden yol üzerinde La’li Efendi Çeşmesi yakınında hazırlanan kabre defnedildi.

Şiire birçok yenilik getirdi

Divan edebiyatında şiire biçim ve içerik açısından birçok yenilik getiren Mahmud Abdülbaki, özel hayatında serbest ve hoşgörülü olmasına rağmen memuriyet hayatında dış tesirlere kapılmadı.

Şahsi mührüne “Dünya geçicidir, vefa yoktur. Her şey gibi Baki de geçicidir.” anlamındaki beytini yazdıran şairin, hükümlerinde adaletten ayrılmamasıyla dikkati çekti.

Türk şiirinin önemli isimler yetiştirdiği bir yüzyılda yaşadığı halde hepsini gölgede bırakan Baki, daha çok kaside ve gazel yazdı.

Şiirlerinde şekil mükemmelliğini sağlamaya, edebi sanatları ustalıkla kullanmaya ve kelime oyunların yapmaya çalışan şair, “Divan”, “Fazail ül-Cihad”, “Maalim-ül-Yakin fi Siret-i Seyyid-il-Mürselin” ve “Fazail-i Mekke” eserlerini kaleme aldı.

Eserleri, 16’ncı yüzyıl Osmanlı toplumunun beğenisine uygun, sanat incelikleri ve hayal güzellikleriyle dolu olan Baki, çağdaşı şairlere göre daha sade ve anlaşılır bir dil seçti.

Divan şairi, duru ve temiz İstanbul lehçesinin yanı sıra şiirlerinde halk deyimleri ve söyleyişlere de yer verdi.

Şair, Kanuni Sultan Süleyman döneminde hazırlanan divanında 27 kaside, 2 terkib-i bend, 1 terci-i bend, 7 tahmis, 619 gazel, 24 kıta, bir tarih ve 38 müfrede yer verdi.