Bir Filistinli kız çocuğunun göz yaşları içinde, kaybettiği aile fertlerini anlatırken kurduğu son cümle bu. “Evde kimse kalmadı” cümlesi bizim içinde geçerli. İçimizi ısıtan ev yıkıldı, ruhumuz tarumar oldu, sokaklara dağıldık.

Kırk beş yıllık ömrümde, kendimi bildim bileli Müslümanlar olarak büyük imtihanların içindeyiz. Çocukluğumdan kalan ve zihnimden asla çıkmayan resimler var. Ve o resimleri hâlâ görüyorum. Acı bizim coğrafyamızda kök saldı. İnsanın aklını ve vicdanını çatlatan acılar. Bitecek mi ve biz görecek miyiz? Bilmiyorum.

Bir vesileyle huzur kelimesinin anlamını okumuştum. “Arapça “hdr” kökünden gelen “hudûr” ‘1. hazır olma, mevcut olma, şimdi ve burada olma, 2. yerleşik olma, göçebe olmama, 3. rahat, asayiş’ sözcüğünden alıntıdır.” İlginç değil mi? Dikkatimi çeken ise iki anlamı oldu. ‘Şimdi ve burada olma’ ve ‘göçebe olmama’.

Belki de en önemli meselemiz ‘burada’ olamayışımızdır. Komadan çıkan bir insanın ilk sorusu “neredeyim?” olması, “nereden geldim, neredeyim ve nereye gideceğim?” varoluş sorularının hep yer ile olması ilginçtir.

İnsanın kendisini fark etmesini temin eden ve cevap aradıkça insan olmaklığını tahkim eden bu soruların bize huzur/ hazır olma / huzurda olma hâli temin edeceği açıktır. İnsanı tek dünyaya mahkûm eden ve tüketim nesnesi hâline getiren hâkim medeniyet, burada oluşumuzu bakilik vaadiyle kabullendirmeye çalışıyor. Yasak meyveden yememiz halinde, ölümsüzlük kazanacağımız yalanıyla kandırıyor. Bunu çeşitli yöntemler ile kotarıyor.

Burada olmayışımızın en önemli göstergelerinden biri yurtsuz/göçebe gibi yaşayışımızdır. Belirsiz, dağınık, duygusal bir yaşam. Hayattan kopuk. Meselelerini başkalarına göre konumlandıran, çözümü başka yerlerde bekleyen bir tavır. Bizim, kendinde raptolunmuş medeniyet müktesebatıyla bir vatanımız var. Yarım asrı aşan bir varlığımızla buraları yurt tuttuk. Bir ‘yerimiz’ var. Fakat zihnimizde ve kültürel olarak buna eşlik edemedik. Dolayısıyla ruhen ‘buradan’ geride kaldık. Yurt tuttuğumuz bu yerlerde, parmak sallayıp bize yer tayin etmek isteyen insanlar var. Dünyada, değişen siyasi kabullerin meydana getirdiği yeni organizasyonların, bizlere tayin etmeye çalıştıkları bu yeri kabul edecek miyiz? Asıl soru bu ve fakat bu soruyu varoluş değerlerimizi ıskalamadan ve anlayarak cevap bulmalıyız. Biz kalarak ve burada.

Veyis Güngör Bey, ‘Konuş Mona konuş, atış serbest…’ adlı köşe yazısında, bizi bekleyen problemleri ve bizlerin kayıtsızlığını yazdı. Yazının sonunda bir paragrafı buraya alıyorum. Üzerinde düşünelim diye.

“Genelleme yapmayalım ama, ne yazık ki, Müslüman kuruluşlardan, ses getiren, gündem oluşturacak, ciddi bir eleştirinin geldiğini göremedik. Faslı, Surinamlı ve diğer Müslüman kuruluşların neler yaptıklarını bilmiyoruz ama, bizimkilerin nelerle meşgul olduklarını sosyal medyadan görmekteyiz. Çok yoğun geçen iftar programlarının yorgunluğunu yeni atarken, şimdi de Kurban kampanyalarıyla iştigal edip, bu yıl Kurban sayısını artırmanın telaşı içindeler. Ha, bir de bahar geldi ya. Bahar şenlikleri, kuruluşlarımızın tabiriyle ‘KERMES’ler gündemi oluşturuyor.”

Gerçekten burada mıyız? Bu soruyu zihin fantezisi olarak görmeyin. Bu sorunun cevabını elimizle ortaya koyduğumuz işlere bakarak vermeye çalışalım. Ciddiyetle ve samimiyetle. Hayatı, yakın hayat dünya ve uzak hayat ahiret olarak tam ikiye böldükten sonra, yakın ve cezp edici hayat olan dünyayı ahiret gölgesinden itinayla uzak tutuyor olmamız bizi yersiz, yurtsuz, göçebe hâle düşürdü. Bunu aşmak için herkes kendi kümesine kapandı ve onu mutlaklaştırdı. En fazla nüfusa sahip olarak bizler, bu büyüklükteki toplumu bir cemaat olarak göremedik. Yekpare bir Müslüman Türk cemaati olarak görüp, ona göre cümle ve vizyon geliştiremedik.

Dede Korkut Kitabındaki, Kanturalı boyunda şöyle bir ifade vardır: “O zamanda Oğuz yiğitlerine ne kaza gelse uykuda(n) gelirdi.”.

Burada ve şimdi de olmayan insanın hali uyku halidir. Uyku hâli burada olmanın omuzlara yükleyeceği sorumluluktan kaçmanın bir başka yoludur.

Büyük zulümler var. Hiçbir kelimenin anlatamayacağı çileler, acılar yaşanıyor gözlerimizin önünde. Belki de bize düşen buraya ve şimdiye dönmek ve omuzlarımıza yüklenen sorumluluklarımızı kaliteli bir şekilde yerine getirmektir.

Tüten en son ocağın sönmesine izin vermeyeceğiz. Evinde kimsenin kalmadığı o yetimi biz sarmalayacağız. Yıkılan o şehirleri biz inşa edeceğiz. Burada ve şimdi…

Behçet Ali Şeker —◄◄