Hepimizin çokça duyduğu bir söz vardır: ‘Bizim zamanımızda edep vardı, terbiye vardı. Büyüklerimizin yanında sesimiz bile çıkmazdı. Şimdikiler ne büyüğü tanıyor, ne küçüğü.’ Her devirde bu kıyaslamayı yapar insanlar ve genellikle aynı cümleler kurulur. ‘Bizim zamanımızda böyle miydi?’ Hâlbuki kendisi gençken büyüklerinin söylediği cümlelerin de bundan farklı bir yanı yoktu.

Anlaşılacağı üzere insanların bir çoğu zamana ayak uyduramamanın vermiş olduğu bir etki ile eskiye özlemini anımsayarak bu düşüncelere kapılıp gidebiliyor. Oysa her devrin, her asrın, her zamanın kendine göre imtihanları, kendine göre zorlukları vardı. Her asırda iyiler vardı, kötüler vardı.

 

Hz. Ali “Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacağı çağa göre yetiştirin” der. Şu an teknolojinin içine doğan çocuklarımıza ‘Bizler sokakta oynardık, eve akşam ezanıyla gelirdik’ gibi anılarımızı anlatmanın beyhude olduğunun farkında olmamız gerekir. Geçmişi hatırlayıp hayıflanmanın, kıyaslama yapmanın veya şikâyet etmenin faydasını göremediğimiz aşikâr. Tabi ki geçmişten alacağımız dersler olacaktır.

Lakin “şu an durum, vaziyet nedir, ben anne-baba olarak neler yapabilirim” diye ‘İbn-ül Vakt’ olabilmeyi başardığımızda daha fazla yol kat edeceğimizi düşünüyorum.

 

“İBN-ÜL VAKT” demek “Zamanın İnsanı” olabilmek demek. Çocuklarımız hangi zamana doğmuş olursa olsun, o devirdeki imtihanlar ne olursa olsun; Allah Teala onların yardımcısı olacaktır. Allah Teala’nın 99 ismi zamandan ve mekândan münezzeh olduğuna, tüm zamanları kapsadığına göre, El Hadi, El Gafur, Er Rahim, El Berr isimlerinin hürmetine her devirde tüm insanlar ne kadar hatalar yapmış olsalar da, günah işlemiş olsalar da hidayete erecekler, affedilecekler, mağfiret edileceklerdir.

 

Bizler çocuklarımız için güzel örnek olmaya gayret etmeli, duamızı onların üzerinden eksik etmemeliyiz. İyileri Allah Teala yardımsız bırakmaz, kullarını yalnız bırakmaz.

Bu sebepten “ümitvar” olalım kendi geleceğimiz için, çocuklarımızın, gençlerimizin geleceği için güzel hayaller kurmaya devam edelim. ‘Fe inne meal usri yusra, inne mael usri yusra’ “Şüphesiz her zorlukla beraber bir kolaylık vardır” diye buyuruyor Rabbimiz.

 

Bilgiye ulaşmanın çok kolay olduğu bir çağda yaşıyoruz. Eskiden komşumuz Hanım teyzeye ev ziyaretine giderdik, merak ettiğimiz su böreğinin, baklavanın tarifini isterdik; lakin şimdi tüm tarifler fazlası ile elimizin altında. Aklımıza gelen bir fıkıh sorusunda bilgili dediğimiz aile büyüklerini arayıp hâl hatır sorduktan sonra sorumuzu o büyüğümüze sorardık. Şu an o bilgiye ulaşmak için de daha yetkili hocaları aramayı tercih ediyoruz.

Gençlerimizin anne babalarından öğrenmek isteyecekleri şeyler gittikçe azalıyor ve buna ihtiyaç da duymuyorlar. Belli bir yaşa geldikten sonra ebeveyn-çocuk ilişkisi farklı bir yöne evriliyor. Bu iletişimde elimizde olan en önemli değerlerin “Saygı” ve “Sevgi” olduğunu düşünüyorum.

 

Geçenlerde izlediğim Bekir Develi ile Peynir Gemisi programında, Genç İHH’nın Bursa’da düzenlediği Teknoloji Kampı’na giderken geçirdikleri bir kazada şehit olan 4 kişiden biri olan Murat Can Kaya’nın babası Mehmet Akif Kaya şöyle bir söz söyledi: ‘Ben oğlumla dava arkadaşıydım. Birlikte mazlum ve mağdurlar için çalışırdık. Onu konserlere veya başka yerlere de götürebilirdim. Fakat onu ergenliğe girdiği ilk yıllarda Müslüman coğrafyalarda zulüm gören kardeşlerimize destek olmak amacıyla bir mitinge götürmüştüm.’ Bu söz beni çok etkiledi.

“Ben oğlumla Dava arkadaşıydım” diyebilmek ne kadar güzel olsa gerek!

 

En önemlisi bir davaya sahip olabilmek. Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur. Allah’ın dinini dert edinenlerin özel dertlerini Allah Teala satın alır. ‘Kimin derdi ahiret ise, Allah onun gönlünü zengin kılar. Dağınık vaziyetini bir araya getirip toparlar. Dünya ona boyun eğerek gelir. Kimin derdi dünya ise, Allah onu fakirliğin ve sıkıntının pençesine bırakır. İşlerini dağınık hâle getirir. Kendisi için takdir edilen şeyler dışında dünyadan onun başka bir nasibi yoktur.’ (Tirmizi, Kıyamet)

Şöyle bir dönüp bakalım ve soralım kendimize: “Benim derdim ne?”

Elif Bayraktar                     —◄◄