
İçinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’ni barındıran on bir ayın sultanı Ramazan-ı Şerif, bu yıl da hayatlarımıza teşrif etti. Ebubekir Camii emekli imam-hatibi Ahmet Efe hoca, on bir ayın sultanı Ramazan-ı Şerif’in önemi ve kıymeti hakkında Millî Gazete’ye özel değerlendirmelerde bulundu
Ramazan-ı Şerif vesilesiyle Millî Gazete’ye açıklamalarda bulunan Ahmet Efe hoca, çok önemli sözler sarf etti. Teravihin önemine dikkat çeken Ahmet Efe hoca, “Toplumumuzda oruç tutarken genelde orucun şartlarına, adap ve erkânına gerektiği şekilde dikkat edildiği halde iş teravihe gelince gevşeklik gösterilmektedir. Kanaatimce bunun sebeplerinden biri de sünnet ibadetlerin dinimizdeki yerinin iyi bilinmemesidir. Elmasın değerini bilmeyenin onu bir taş parçasından ibaret zannetmesi mümkün olduğu gibi teravihin ibadetlerimizdeki yerini tam bilmeyenin de o konuda gevşeklik göstermesi mümkündür. Teravih namazı hesap günü mizanın başında çok darda kaldığımızda imdadımıza yetişip bizi kurtaracak nafile ibadetlerden biridir. Çeşitli bahanelerle, tembelliklerle bu ibadetin sevabından mahrum kalmayalım” dedi.
İçinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’ni barındıran on bir ayın sultanı Ramazan-ı Şerif, bu yıl da hayatlarımıza teşrif etti. Ebubekir Camii emekli imam-hatibi Ahmet Efe hoca, on bir ayın sultanı Ramazan-ı Şerif’in önemi ve kıymeti hakkında Millî Gazete’ye özel değerlendirmelerde bulundu. Teravih ibadetine bilhassa dikkat çeken Ahmet Efe hoca, “İbadetlerdeki taviz ve gevşeme karlı dağın tepesinden kopan kartopuna benzer, yuvarlandıkça büyür, sonra çığ olur önüne geleni yıkar. Biraz gayret edelim, yirmi rekât kılalım” dedi.
MÜSLÜMANLARIN ACILARINI YÜREKLERİMİZDE HİSSEDİYORUZ
Bu yıl Ramazan-ı Şerif’e Gazze acılarıyla giriyoruz. Bu ahval içinde Ramazan’ın gelişini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, maalesef öyle. Olup bitenleri gördükçe yüreğimiz yanıyor. Sadece Müslümanlar değil nerede vicdanlı insan varsa hepsi Gazze’ye yanıyor. Asıl üzülecek şey de Müslümanların başındakilerin birçoğunun bu yürek sızılarını duymaması veya duymazlıktan gelmesi. Hatırımda kaldığına göre Ebu Davud’da rivayet edilen bir hadis-i şeriflerinde Efendimiz (S.A.V.), Müslümanların bu perişanlığını haber veriyor ve diyor ki: “Yiyicilerin karavana başına üşüştükleri gibi bir zaman gelecek İslam düşmanları Müslümanların başına üşüşecek.” Yanındakilerden birisi sordu: “Müslümanların sayıları az olduğu için mi Ya Resulallah?” “Hayır” buyurdu, “Sayıları çok olacak ama sel önündeki çör çöp gibi zayıf olacaklar” dedi. Bunun sebebini de sordular. “Dünya sevgisi ve ölüm korkusu” buyurdu Efendimiz (S.A.V.). Birinci Dünya Savaşı’nda bu mucize yaşandı, bu üşüşme görüldü. Bugünkü halin de ondan pek farkı yok. Bundan dolayı Ramazan’a üzgün giriyoruz. Ama bir şeye sevinmek lazım: Efendimiz (S.A.V.) Müslümanları bir vücudun uzuvlarına benzetiyor. “Vücudun bir yeri rahatsız olunca her tarafı rahatsız olur” buyuruyor. En azından bu duyguyu yaşıyoruz, Gazze ve diğer yerlerdeki Müslümanların acılarını yüreklerimizde hissediyoruz. Buna şükrediyoruz. Şimdilik en azından elimizden iki şey geliyor: Yardım ve dua. Ramazan-ı Şerif’te Gazze için yapacağımız yardımları ve duaları Rabbimiz kabul eylesin.
BU GÜNLERİN KIYMETİNİ BİLME ZAMANI
Bir Müslüman Ramazan-ı Şerif’i nasıl değerlendirmeli?
Çok şükür, “Ya Rab, bizleri Recep ve Şaban’ın bereketinden istifade edenlerden ve Ramazan-ı Şerif’e erişenlerden eyle” duasını okuya okuya işte şimdi kavuştuk. Kavuşturana şükür. Şimdi bu günlerin kıymetini bilme zamanı. Ramazan-ı Şerif, Müslüman’ın ibadet hayatına iki önemli ibadetle girer: Biri oruç diğeri teravih. Oruç farz, teravih sünnettir. Oruç farz olduğu için pek tabi onun hükümleri üzerinde daha çok durulur. Müsaade ederseniz ben teravih üzerinde biraz durmak istiyorum. Çünkü toplumumuzda oruç tutarken genelde orucun şartlarına, adap ve erkânına gerektiği şekilde dikkat edildiği halde iş teravihe gelince gevşeklik gösterilmektedir. Kanaatimce bunun sebeplerinden biri de sünnet ibadetlerin dinimizdeki yerinin iyi bilinmemesidir. Elmasın değerini bilmeyenin onu bir taş parçasından ibaret zannetmesi mümkün olduğu gibi teravihin ibadetlerimizdeki yerini tam bilmeyenin de o konuda gevşeklik göstermesi mümkündür. Neticede sırf bu aya mahsus bu güzel ibadetin feyiz ve bereketinden mahrum kalabilir. Bu münasebetle sadra şifa olur ümidiyle dinimizin sünnet ibadetlere verdiği önem ve ihtimam çerçevesinde teravih üzerine bir iki noktaya işaret etmek isterim. Evvela şunu söyleyeyim: Sevgili Peygamberimizin, manası Allah’tan sözleri kendinden olarak ifade ettiği hadislere kutsî hadis denir. Allah (C.C.) bir kutsî hadiste şöyle buyurur: “Kulumu bana yaklaştıran ibadetlerin başında farzlar gelir. Sonra kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder. Nihayet onu severim. Bir de onu seversem artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı ben olurum. Benden bir şey isterse veririm, bir şeyden bana sığınırsa onu korurum.” Yani o kul artık hakkı görür, hakkı dinler, hakkı tutar, hakka gider.
KİŞİNİN FARZ VE VACİPLERDEN FAZLA OLARAK YAPTIĞI AMELLERİN HEPSİNE NAFİLE DENİR
Efendimiz (S.A.V.) de bir hadislerinde şöyle buyurur: “Kıyamette kulun ilk hesaba çekileceği şey namazıdır, namazı tam çıkarsa kurtuluşa ermiştir, çıkmazsa ondan sonrası hüsrandır. Farzlarında bir noksanlık görülürse Allah (C.C.): “Bakın bakalım bu kulumun nafile namazı var mı?” der. Varsa farzların noksanları bunlarla tamamlanır. Diğer amellerinde de böyle yapılır.” Nafile ibadet, kişinin farz ve vaciplerden fazla olarak yaptığı amellerin hepsine nafile denir. Okurken kitaplarda rastladığımız “tatavvu, sünnet ve müstahap” gibi kelimeler de çoğu zaman aynı şeyi ifade eder.
TERAVİH NAMAZI HESAP GÜNÜ İMDADIMIZA YETİŞİP BİZİ KURTARACAK NAFİLE İBADETLERDEN BİRİDİR
Az önce aktardığımız iki hadis-i şerifi duyan her Müslüman nafile ibadetlerin kendisi için ne kadar önemli olduğunu, mizanda amelleri tartılırken sevaba ne kadar ihtiyacı olacağını anlar. İşte teravih namazı da hesap günü mizanın başında çok darda kaldığımızda imdadımıza yetişip bizi kurtaracak nafile ibadetlerden biridir. Çeşitli bahanelerle, tembelliklerle bu ibadetin sevabından mahrum kalmayalım. Bizler bu fani dünyaya sevap torbasını doldurmaya geldik, bu fırsatı kaçırmayalım. Eskiler “akıllı insan kabını sular akarken doldurur” demiş. Teravih çeşmesi de Ramazan’da akar.
TERAVİH NAMAZI KAÇ REKÂTTIR?
İkinci olarak toplumumuzda teravihin sayısı konusundaki çözülmelere işaret etmek isterim. Teravihin kaç rekât olduğunda farklı rivayetler var. Hatırımda kaldığına göre Hanefî âlimler İbni Abbas’tan gelen, “Resulullah yirmi rekât kılardı” rivayetini daha sahih bulup onu esas almışlar. Bu mezhebe bağlı olanlar yirmi rekât kılarlar. Türkiye’de de bildiğiniz gibi camilerde böyle kılınır. Harem-i şeriflerde de öyledir. Bilgi insanı bildiğine daha sıkı sarılmasını gerektirir. Ama bilgi bazılarının gevşemesine sebep oluyor. Yani teravihin sayısı konusundaki farklı rivayetleri bilen bazı insanları da bu bilgileri gevşekliğe sevk ediyor. Ne yapıyor? Önce yirmi ile başlıyor, nefsine ağır gelince, “Resulullah sekiz de kılmış, filan mezhepte teravih sekiz rekâtmış” deyip sekize iniyor. Orada dursa iyi. İnsan ipin ucunu nefsine ve şeytana kaptırmaya görsün, değil teravihi farzları da terk etmesinden korkulur. Çünkü ibadetlerdeki taviz ve gevşeme karlı dağın tepesinden kopan kartopuna benzer, yuvarlandıkça büyür, sonra çığ olur önüne geleni yıkar. Biraz gayret edelim, yirmi rekât kılalım.
HUŞU, NAMAZDA NAMAZDAN BAŞKA BİR ŞEY DÜŞÜNMEMEKTİR
Teravih hususunda söylemek istediğim diğer bir husus da huşu meselesidir. Namazda huşu önemlidir. Allah (C.C.), Müminun Suresi’nin ilk ayetlerinde kurtuluşa erecek müminlerin vasıflarını sayarken ilk vasıf olarak “namazlarını huşu içinde kılmayı” saymıştır. Huşu nedir? Münâvî, “Huşu namazın ruhudur” demiştir. Namazda namazdan başka bir şey düşünmemektir şeklinde tarif edenler de vardır. Fıkıh âlimleri ise namazın tadil-i erkân üzere kılınması, rüku ve secdelerde acele etmeden hepsinin yerli yerinde yapılmasıdır demişlerdir. Bu titizliği farz namazları kılarken gösterdiğimiz gibi teravihte de göstermeliyiz. O da farz gibi Allah rızası için kıldığımız bir namazdır. Yatsının farzını güzelce ağır ağır kıldıktan sonra sıra teravihe gelince hızlanmak, rükûları secdeleri yerli yerince yapmamak, okurken çok acele edip huşuu kaybetmek boşuna yorulmak olur. Değirmen şakırdıyor ama ortada un yok. Sayıyı tamamlayalım da nasıl olursa olsun demek onu baştan savma yapmak olur. Böyle acele kıldığımız bir teravihten sonra “içime sindi mi” diye kalbimize bir soralım. İçimizden gelen hak ses buna “hayır” diyecektir. Kendi beğenmediğimizi Rabbimiz beğenir mi? Öncelikle teravihi kıldıran imamlarımız buna dikkat etmeli. Cemaat de hızlı kıldıran cami yerine daha yavaş kıldıran camileri tercih etmelidir. Bazı hocalarımız cemaati sıkmamak için hızlı kıldırdıklarını söylerler. Bizim hedefimiz halkın değil Hakk’ın rızasını kazanmak olmalıdır.
Millî Gazete