Sadece sağlıklı yaşamın sırlarını değil, aynı zamanda çocukluk anıları ve mücadele dolu hikayesini de paylaştığı yeni kitabı ‘Panzehir’ ile gündeme gelen Prof. Dr. Canan Karatay; Sputnik’e verdiği demeçte yaşlılık üzerine yanlış algıları eleştirirken, gençlere önemli tavsiyelerde bulundu.

İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay, sağlıklı yaşam üzerine cesur ve yenilikçi görüşleriyle tanınan bir isim. Pek çok kitabıyla, sağlık sorunlarına karşı doğal çözümler sunarak okuyuculara doğal yöntemlerle yeni bir kurtuluş yolu göstermeyi amaçlaması ile ön plana çıkıyor.

Birçok insan için bir rehber niteliği taşıyan Karatay, son kitabı ‘Panzehir’ ile ise bambaşka bir ‘Canan Efendigil Karatay’ olduğunu anlattı. Çocukluğunu, ilk anılarını, acılarını, sevdiklerini, mücadelelerini ve kayıplarını okurlarıyla paylaşan Karatay, hayatının bilinmeyenlerini anlatırken tabii ki sağlıklı yaşamın formüllerini vermeyi de unutmadı. Peki, Canan Karatay’ı aslında ne kadar tanıyoruz? ‘Gerçekten’ o kim? Kendi diyetlerine uyuyor mu? Gençlerin onun için yaptığı paylaşımları takip ediyor mu? Aynı yaşta olduğu Nebahat Çehre’yi mi yoksa kendisini mi seçerdi? Bilinmeyen yönleri ve yepyeni sağlık tavsiyeleri ile Canan Karatay Sputnik’in konuğu oldu.

Canan Karatay toplumumuzun en çok zehirlenen kesimini açıkladı! Kim neye dikkat etmeli?

Gençlere seslendi: Canan Karatay aslında kim?

X ve Z kuşağına kendini tanıtma fırsatı olsaydı nasıl bir konuşma yapacağına dair soruya Karatay, “81 yaşındayım. Hala ayaklarımın üstündeyim. Çalışıyorum. Dincim. Hamdolsun hiçbir hastalığım yok. Hiçbir ilaç almıyorum. Tabii öyle deyince şaşırıyorlar. Çünkü yaşlılık bir hastalıkmış gibi gösteriliyor halka maalesef. Halbuki her yaşın bir güzelliği var. Mutluyum da, 45 yıllık bir evliliğim var. Eşimle beraber ‘yaşlılar evi’ dediğimiz evimizde oturuyoruz” ifadelerini kullandı.

‘Keşke bu açıklamayı hiç yapmasaydım dediğiniz oldu mu?

“Hayır, hiç olmadı. Yapamadığım bir sürü açıklamalarda var içinde kalan. Aklım hala onlarda. Tabii, yaşlılık önemli. Dediğim gibi, 81 yaşındayım. Garcia var büyük bir yazar Güney Amerikalı. O yaşlı demiyor asla. Diyor ki ‘İhtiyarlık, dağ tırmanmaya benzer’ diyor. ‘Tırmandıkça, yorulursunuz ama ufkunuz açılır ve genişler. Dünyaya çok daha başka bir gözle bakarsınız’ diyor. Ben şimdi o durumdayım. Yorulmuyorum gerçi ama hakikaten hoşgörü çok artıyor. Sevgim tabi ki her zaman var.”

Canan Karatay toplumumuzun en çok zehirlenen kesimini açıkladı! Kim neye dikkat etmeli?

‘Küçük çocukların devamlı hasta olmasının sebebi budur’ dedi: Toplumun en çok hangi zehirden arınması gerekiyor?

“Hangi zehir diye bir şey yok. Şu sırada hepimiz zehir okyanusu içindeyiz. Tek bir zehir yok. O kadar çok zehir bombardımanın altındayız ki havamız zehirli, suyumuz zehirli, toprağımız zehirli, yiyeceklerimiz zehirli. Ben onun için senelerden beri uğraşıyorum, konuşuyorum. Genç çocuklar, sizler sağlıklı büyüyün diye.

Şu yaşam biçimi içinde ve 21 yüzyılda maalesef bazı şeyleri sıfırlamamıza imkan yok. Ama hiç olmazsa bilinçli olursak, seçici olursak azaltırız. Toplum olarak bu zararları azaltmamız gerekiyor. Ben de hep onu anlatmaya çalışıyorum. En büyük zehir tabii ki her zaman biliyoruz çocukluğumuzdan beri sigara çok tehlikeli. Sigara hakikaten çok tehlikeli. Ama sigaradan çok daha tehlikeli olan şey ise şu sırada eve giren deterjanlar. Temizlik deterjanları ve kozmetiklerin içi zehir dolu ve küçük çocukların devamlı hasta olmasının sebebi. Çünkü o kozmetiklerde o kadar çok kimyasal var ki. Siz gençsiniz, güzelsiniz Selin Hanım. Güzelliğinizi kimyasalları vücudunuza sürerek bozmayın. Gençlik, güzellik zaten. Mümkün olduğu kadar uzak durun. Saçlarınız da dahil.

Deterjan yerine ne kullanmalı?

Karatay daha önce verdiği tarifte şunları söylemişti:

“Okullar çamaşır sularıyla yıkanıyor. Çamaşır suları havaya karışıyor ve çocuklar onu soluyor. Vücut burnunu tıkıyor çünkü kendini korumak için. Salgın falan hepsi hikaye. Salgın yok ortada; alerji var. Burnumuz tıkanınca ağzımızı açıyoruz; o zehirler içimize giriyor. Peki okul nasıl temizlenecek? Okul sirkeyle temizlenecek. Evlerimizi de sirkeyle temizlememiz lazım. Eğer mikrop ya da virüs varsa sirke kaynatılacak. Bir tencerenin içine sirke koyun yavaş yavaş kaynasın. Ne kadar virüs, bakteri varsa ölür; ne kadar böcek varsa kaçar”

Canan Karatay toplumumuzun en çok zehirlenen kesimini açıkladı! Kim neye dikkat etmeli?

‘Zehir bombardımanının altındayız’

“Biz çocukluktan beri böyleyiz. Motivasyonum insanları sevmek, doğayı sevmek, güneşi, Ay’ı sevmek, yıldızları ve ağaçları sevmek. Bunlar çok önemli şeyler. Her türlü yaratık bu dünyaya gelmiş, her birinin bir görevi var. Her birinin bir işlevi var. Bunları incelemek işte benim motivasyonum. Bir de tabii bu gereksiz hastalıkları gördükçe… Gerçi hastalık da değil bunlar. Ama bunlara ‘hastalık’ damgası vurulduğu için, insanlara ‘panik yaptırıldığı’ için, bunların hakikaten hastalık olmadığını ve sebeplerinin ne olduğunu açıklamaya çalışıyorum. MÖ. 5 yüzyılda Hipokrat’ın çok önemli bir sözü var. Hipokrat diyor ki ‘Önce zarar verme’. Yani doğaya da, hayvanlara da, insanlara da ‘önce zarar verme’. İşte benim motivasyonum o. En azından mümkün olduğu kadar az zararlı şeylerle çevrili olmalıyız, zaten bir zehir bombardımanının altındayız. Sularımız öyle, balıklar ölüyor. Marmara Deniz’de müsilajlar oluyor. Neden müsilaj oluyor? Neden müsilaj oluyor? Deterjanlardan, o kimyasallardan, inorganik zehirlerin organik olan, biyolojik olan ortama girmesin dolayı oluyor. Bu tabii ki minimalize edilebilir ve ben de tam olarak onu anlatmaya çalışıyorum.

Canan Karatay toplumumuzun en çok zehirlenen kesimini açıkladı! Kim neye dikkat etmeli?

Her şeyin doğalına vurgu yapan Karatay: ‘İnsanları panik haline sokup yönetiyorlar’

Gençlerin en büyük sıkıntılarından birinin de yorgun uyuyup yorgun kalkması olduğuna değinen Karatay, çoğu hastalığın ilacının aslında mutfağımızda bulunduğuna dikkat çekerek, “Ben 1943 doğumluyum. 40’larda ve 50’lerde biz hep doğal beslendik. Her şey doğaldı. Hiçbir şeyde katkı yoktu. Yabancı madde yoktu. Endüstri gıdalara daha hakim olmamıştı. İhtiyacımız olduğu kadar doğal olarak üretiliyordu. Biz onları tüketiyorduk. Ama 1950’lerden sonra emperyalizm devreye girdi. Önce tereyağı ve zeytinyağı yasaklandı ki bunlar doğal olduğu sürece temel gıdalar. Zamanında bunun şarkısı bile yapıldı, ‘Zeytinyağlı yiyemem aman’ diye. Onun şarkısı bile ürettirildi. Gazlı şekerli içecekler piyasaya sürüldü. İşte bütün çocuklar onlarla zehirleniyor. Burada endüstrinin yaptığı propaganda da çok önemli. İnsanlar panik haline getiriliyor. Panikleştirip insanları yönetiyorlar” dedi ve ekledi:

‘En çok gençler zehirleniyor’ diyerek uyardı: ‘Şu takviyeyi alayım toparlarım’ derseniz öyle bir şey yok’

Bana sorarsanız şu sıra en kötü şey , her türlü endüstrinin yaptığı kötü propaganda ve reklamlar. Mesela şunu söyleyeyim; sigara çok zararlı ve RTÜK bunu ekranlarda yasaklıyor. Ama sigaradan çok daha zararlı olan deterjanların ve şekerli içeceklerin reklamları ile devamlı olarak halkın beyni yıkanıyor. Mesela silahlar da ekranlarda rahat rahat gösteriliyor. Niye yasaklanmıyor? Onlar da zararlı. Şakır şakır gayet rahat gibi gösteriliyor. Ama sigara çıkınca üstü blurlanıyor. Evet, koyulması lazım ama silahlara da koyulması lazım. Deterjanların da reklamının yapılmaması lazım, ekranlara koyulması lazım ama silahlara da koyulması lazım. Özellikle siz gençler tabii ki çok zehirleniyorsunuz. Vücudunuza zehir girdiği sürece yediklerinizin bir faydası yok. Farkında olmadan zehir soluyorsunuz, zehir içiyorsunuz. Genç vücutlar biraz idare ediyor ama o zehirler girdiği sürece, ‘Şu takviyeyi alayım toparlarım’ derseniz öyle bir şey yok. Bütün vücudun tümüyle toparlanması lazım. Yani beynimizin, tiroidimizin, gözümüzün, kulağımızın, memelerimizin, karaciğerimizin hepsinin doğal olarak, sağlıklı olarak, Yozlaşmış gıda olmadan beslenmesi lazım. Ben onu açıklamaya çalışıyorum.

Ailesiyle birlikte kendi diyetine uymadığı bir hiç oldu mu?

‘Hayır. Zaten Diyet diye bir şey de yok, bu doğal yaşam biçimi. Biz gidip de şekerli olan gazlı içecekler içmeyiz. Hiç bir zaman içmedik. Oğlum da hiç içmedi, biz onu da öyle büyüttük. Biz ABD’de 12 sene yaşadık ve oğlum da bu emperyal sistemin içine doğdu. Orada bile oğlum bir kez dahi o içeceklerden içmedi. Hatta bir gün ilkokulda arkadaşının doğum günü partisine gitmişti. Mr. Brown telefon etti, dedi ki ‘Doktor Karatay, oğlunuz bu içeceği içmiyor, hasta mı?’ dedi. O derece beyni yıkanmış. Dedim ‘Hayır, hasta filan değil, o şekerli gazlı içecekleri içmez, içemez. Ama siz ona süt ve su verebilirsiniz’. Hiç bu tür doğal olmayan şeylere heveslenmedik de yemedik de. Oğlumuzu da öyle yetiştirdik. Maşallah, onun da benim gibi hiçbir hastalığı yok. Biz sıcaklıkların -20’lere kadar düştüğü bir bölgede yaşamıştık. Hareket için AVM’lere gidiyorduk çünkü Mecbursunuz orada gidip yürümeye. Hareket etmeye. Orada para atıp da jelibon alınan makineler vardı. Çocukların da çok hoşuna gidiyor. Bizim oğlan da onun önüne durur böyle bakardı. Sonra döner bize derdi ki ‘Biz bunu sevmiyoruz değil mi?’. Biz de ‘Yok sevmiyoruz Mehmet’ derdik, yürürdük. Şimdi ki çocuklar hiç öyle değil çünkü anneler babalar da öyle değil. Hepsinin şuur altına reklam bombardımanı var. Çocuklar da bunları istiyorlar ama maalesef onlara bu konuda eğitim tam anlamıyla yapılmıyor. Anne babalar, çocuk bir şeyler yiyince eğitim oldu zannediyor ama işin aslı öyle değil.

‘İnsanlara zarar verenlerle mücadele ettiğim için 3 hastaneden, 1 üniversiteden kovuldum; 111 tane davam var ama hiç önemli değil’

Panzehir kitabı için de konuşan ve yaşadığı zorlukları anlatan Karatay, “Ben çünkü 63 yıllık hekimim. Çocukluğumdan beri yani 1961’den beri bu işle uğraşıyorum. ‘Önce zarar verme’ mottosuyla hareket ediyorum. Ve zarar verenlerle mücadele ettiğim için 3 hastaneden kovuldum. Bir üniversiteden kovuldum. Hiç önemli değil. 111 tane de davam var. Suçlanmalarım var. Bu da bir şey değil. Çünkü ‘Önce zarar verme’ diye uğraştığım için suçlanıyorum. Başka bir şey için değil” sözlerini kullandı.