Hollanda’nın eski Başbakanlarından Van Agt ve eşi Eugenie 93 yaşında ötanazi ile hayatlarına son verdiler.
Eşine yaşamı boyunca ‘Benim kız’ diyen Van Agt, siyasi dili çok güzel kullanan bir İsrail eleştirmeniydi.
Van Agt ve eşinin birlikte ölümleri, destansı bir yaşam öyküsünün kaynağı oldu.
Genç yaşında başbakanlığı devraldığı rakibi ile sarmaş dolaş olan Van Agt, Türkiye ile Hollanda arasındaki siyasi farklılığa bakmamı sağladı.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Bu yazı, hem siyaset ve hem de aşk konularında ilham kaynağı olacak bir yazıdır.
Hollanda gazeteleri, geçen hafta pazartesi günü eski başbakan Dries van Agt ve eşinin el ele hayata veda ettiğini bildirdi. İkilinin sağlık durumu kırılgan ve hassastı ve birbirlerinden ayrı yaşamayı istemiyorlardı. Bu nedenle birlikte ölmeyi tercih ettiler.
Dries ve eşi Eugenie van Agt-Krekelberg, 70 yılı aşkın süredir birlikteydiler. Bu zaman boyunca eşine hep “benim kız” diye hitap eden Van Agt, iyi bir siyasi dil kullanan ve sıkı bir İsrail eleştirmeniydi..
Her insanın yaşamı, kendi benzersiz yolculuğunu ve deneyimlerini içerir. Ancak bazı hikayeler vardır ki, sıradanlığın ötesine geçer, derin duygularla dolu anlamlı bir iz bırakır. İşte o hikayelerden biri, Hollanda’nın eski Başbakanlarından Dries van Agt ve sevgili eşi arasındaki destansı aşkın ve bağlılığın hikayesidir.
Bu hikaye, sadece siyasetin dünyasına değil, aynı zamanda insan ruhunun en derin köşelerine de dokunur. Onların hikayesi, umutla başlayıp büyük bir aşkla devam eden, yaşamlarının sonuna kadar birbirlerine sarılarak yürüyen, kırılmaz bir bağlılık örneğidir.
Bu makalede, Van Agt çiftinin yaşamından aldığım ilhamla, Hollanda ve Türkiye’deki siyasetçilerin davranışlarını, tutumlarını ve ilişkilerini karşılaştırarak, siyasetin insan hayatındaki derin izlerini anlatacağım.
Van Agt çiftinin hikâyesi, sadece siyasetin zirvelerinde değil, aynı zamanda insanın kalbindeki en derin duyguların ve bağlılığın da izlerini taşıyor. Birbirlerine verdikleri sevgi dolu sözler, sadece dünya üzerindeki geçici varlıklarını değil, aynı zamanda sonsuzluğa kadar sürecek olan ruhlarını da kucaklamış gibi görünüyor.
İnsanlığa ilham verecek bir miras bıraktı…
Onların yaşam öyküsü, umut ve sevginin gücünü hatırlatırken, aynı zamanda insanın en yüce duygularının ve değerlerinin ne kadar anlamlı olduğunu da vurguluyor.
Bu hikâye, sadece iki insanın yaşamının öyküsü değil, aynı zamanda insanlığın kalbine dokunan bir destan, bir aşk masalıdır.
Belki de bu nedenle, Van Agt çifti sadece Hollanda’nın değil, tüm dünyanın birer simgesi haline gelmiştir.
Aşk, insanı sınırların ötesine taşıyan, yaşamın anlamını yeniden tanımlayan, derin bir deneyimdir. Olağanüstü bir sevgi bağıyla birbirine bağlanmış olanlar arasındaki ilişki, zamanın ve zorlukların üstesinden gelmeyi başarabilir. Hollandalı eski başbakan Dries van Agt ve sevgili eşi, bu bağın ne kadar güçlü olduğunu kanıtlamışlardır. Onların hikâyesi, sadece birbirlerine duydukları derin sevgiyi değil, aynı zamanda birlikte seçtikleri son yolculuğu da içerir.
Bu hikaye, insanın hayatta karşılaşabileceği en güçlü duygulardan birini, yani gerçek ve derin bir aşkı temsil eder. Van Agt çiftinin seçimi, yaşamlarının sonuna kadar sürmüş olan bu sevginin ve bağlılığın bir ifadesidir.
Van Agt çiftinin hayatındaki her an, birbirlerine olan derin bağlılıklarının bir yansımasıydı.
Birlikte yaşadıkları her güzellik, her zorluk ve her an, bu sevginin izlerini taşıyordu. İç içe geçmiş hayatlarını, sevinçleriyle ve kederleriyle paylaşarak inşa etmişlerdi. Onların hikâyesi, sadece romantik bir ilişki değil, aynı zamanda birbirlerine olan sonsuz güvenin, saygının ve sadakatin bir portresidir. Bu nedenle, Van Agt çiftinin son yolculuğu, sadece hayatlarının sona ermesi değil, aynı zamanda yaşamları boyunca birlikte inşa ettikleri bu muhteşem aşkın da bir ifadesiydi.
Onların seçimi, sonsuz bir sevgi ve birliktelik örneği olarak kalacak, insanlığa ilham verecek bir miras bırakacaktır.
Dries van Agt, siyasi kariyeri boyunca sadece liderlik yetenekleriyle değil, aynı zamanda kişisel yaşamındaki sevgi dolu ilişkisiyle de tanındı. Özellikle, eşiyle olan derin bağı ve ona duyduğu sevgiyi her fırsatta dile getirmesiyle biliniyordu. Eşiyle olan ilişkisi, onun için hayatının en önemli ve değerli parçasıydı. Van Agt, eşi için “Benim kız” (Mijn meisje) diye hitap ettiği ve ona olan derin sevgisini her fırsatta ifade ettiği biliniyordu. Bu sevgi dolu ilişki, sadece özel hayatlarını değil, aynı zamanda kamuoyunun da dikkatini çekti ve insanlara gerçek bir aşkın varlığını hatırlattı. Van Agt’ın özel yaşamı, onun siyasi kimliğinin yanı sıra, içten ve derin duygularla dolu bir insan olduğunu da gösteriyordu.
Dries van Agt’ın sevgi dolu eşi, hayat arkadaşıyla olan derin bağıyla tanınıyordu. Bu bağ, sadece evliliklerinin değil, aynı zamanda ortak bir yaşamın da ifadesiydi. Eşiyle olan ilişkisi, Van Agt için hayatının merkezinde yer alıyordu. Eşiyle birlikte geçirdiği zamanlar, onun için en değerli anlardı.
MEDENİ SİYASET FARKLI DAVRANIŞ.
Günümüz siyasi arenası, farklı ülkelerdeki siyasetçilerin davranışlarını, politik süreçleri ve kurumları karşılaştırmak için verimli bir alan sunmaktadır. Bu bağlamda, Hollanda ve Türkiye gibi farklı kültürel ve tarihsel geçmişlere sahip olan ülkelerdeki siyasetçilerin tutumları ve davranışları arasında dikkate değer farklılıklar bulunmaktadır.
Bu makalede, Hollanda’daki siyasetçilerin medeni yaklaşımı ile Türkiye’deki siyasetçilerin daha ilkel davranışları arasındaki karşılaştırmaya odaklandım. Bu karşılaştırma, siyasi süreçlerin nasıl işlediğini ve siyasetin toplumsal ve kültürel bağlamda nasıl şekillendiğini anlamamıza yardımcı olacaktır.
Hiç unutmam, Van Agt’ın, güçlü rakibi olan sosyal demokrat yapılı Den Uyl, kaybettiği seçimden sonra başbakanlığı Van Agt’a devrederken, onu kolundan tutup makamına oturtmuş ve arkasına geçip omuzlarına vurarak, “Hadi bakalım, benden devraldığın bu görevi daha iyi yap” demişti.
Bu durumu “mentörlük” ve “liderlik örneği” kavramlarıyla değerlendirebilirim. Den Uyl’un, kaybettiği seçimden sonra hükümeti kuran Van Agt’a bu şekilde yaklaşması, onun liderlik niteliklerini ve potansiyelini gördüğünü ve ona olan güvenini açıkça ifade etmesi olarak yorumlanabilir. Den Uyl’un bu sözleri, Van Agt’a sadece bir görevi devretmekle kalmamış, aynı zamanda ona gelecekteki liderlik rolleri için de cesaret ve motivasyon vermiştir.
Bu tür bir destek ve teşvik, genç politikacılar için oldukça önemlidir çünkü onlara güven duygusu ve başarıya ulaşabileceklerine dair bir inanç aşılar. Den Uyl’un sözleri, Van Agt’ı önemli bir liderlik rolü için hazırlamış ve ona gerekli özgüveni vermiştir. Bu durum, politik arenada deneyimsiz olan birinin bile doğru koşullar altında potansiyelini gerçekleştirebileceğini ve büyük başarılara imza atabileceğini gösterir.
Ayrıca, Den Uyl’un bu tür bir davranışı, liderlikte rekabet yerine işbirliği ve saygı kültürünün önemini vurgular. Bu, politik arenada genç ve deneyimsiz politikacıların bile tecrübeli liderlerden mentörlük ve rehberlik alabileceğini gösterir. Bu tür olumlu ilişkiler, bir sonraki neslin yeteneklerini geliştirmeye ve politik süreçte daha olumlu bir ortam oluşturmaya yardımcı olabilir.
Geçmişte siyasi kariyeri boyunca dikkat çeken bir dil kullanan Van Agt, siyasi rakipleri tarafından farklı şekillerde tanımlandı. Bazıları onu “bir Cizvit sürüngeni” olarak nitelerken, diğerleri “neyin yönlendirdiğini bildiğiniz ama nereye yönlendirdiğini bilmediğiniz bir mistik” olarak tanımladı.
İSRAİL ELEŞTİRMENİ
Van Agt, siyasetten emekli olduktan sonra da aktif kaldı. Hollanda’nın farklı yerlerinde sesini duyurdu ve özellikle İsrail politikalarını eleştirdi. The Rights Forum adlı kuruluşu, Filistin/İsrail meselesinde adil ve sürdürülebilir bir politika izlemeyi hedefleyen bir girişimdi ve Van Agt bunun için çaba harcadı. (Bu konudaki gelişmeleri yazının sonunda bulacaksınız)
İLHAM ALINACAK ÖRNEKLER
Sevgiye, dürüstlüğe ve empatiye dayalı ilişkiler kurmak ve sürdürmek, her zaman en büyük başarıların ve en anlamlı mutlulukların kaynağı olabilir. Van Agt’ın yaşamı, bize her yaşta, her koşulda ve her zorlukla karşılaştığımızda, sevgi ve bağlılıkla dolu bir yaşam sürmeyi amaçlamamız gerektiğini hatırlatıyor.
Bu nedenle, Van Agt’ın hikâyesi, size de bir yaşam örneği olsun. Sevgi dolu ilişkiler kurun, dürüstlüğü ve empatiyi hiçbir zaman kaybetmeyin ve her zaman insanlığa ve toplumunuza hizmet etmek için fırsatları değerlendirin. Belki de bir gün, sizin hikâyeniz de başkalarına ilham verecek bir örnek olacak.
Van Agt’ın yaşam öyküsü, sevgi, sadakat ve liderlik dolu muazzam bir hikayedir. Onun yaşamından aldığımız dersler, sadece siyasi bir kariyerin değil, aynı zamanda insan ilişkilerinin, değerlerin ve insanlığa olan hizmetin önemini vurgular. Onun derin sevgi ve bağlılıkla dolu bir yaşam sürmesi, bizlere sevginin gücünü, sadakatin değerini ve empatinin önemini hatırlatır.
Bu hikâye, bizlere her zaman umut ve ilham kaynağı olacak. Van Agt’ın yaşamı, insanların hayatta ne kadar büyük bir etki yapabileceğini ve sevgiyle dolu bir yaşamın ne kadar anlamlı olduğunu gösteriyor. Belki de en önemlisi, bizlere, herkesin kendi yaşamında gerçek bir fark yaratabileceğini hatırlatıyor.
Bu nedenle, Van Agt’ın hikayesi bizlere yoldaşlık edecek, bize ışık tutacak ve bizi daima ileriye doğru yönlendirecek. Onun yaşamından aldığımız derslerle, daha anlayışlı, daha sevgi dolu ve daha cesur bir gelecek inşa etmek için ilerlemeye devam edeceğiz.
Van Agt’ın yaşamı bize her zaman umudu hatırlatacak ve sevgiyle dolu bir yaşamın ne kadar değerli olduğunu hissettirecek. Onun hikâyesi, bizlere her daim yol gösterecek ve yüreğimizi ısıtacak. Başkalarına yardım etmek, sevgiyi yaymak ve dürüstlüğü korumak için hep birlikte ilerleyelim. Çünkü en büyük mirasımız, sevgiyle dokunduğumuz ve iyilikle şekillendirdiğimiz insanlıktır.
TÜRKİYE İLE KIYASLAMA
Bana göre, bu tür bir kıyaslama oldukça karmaşık bir konudur ve siyasi, kültürel ve tarihsel faktörleri içerir. Hollanda’daki siyasetçilerle Türk siyasetçilerini kıyaslamak için birkaç açıdan bakmak lâzım: Hollanda, uzun bir demokratik geleneğe sahip ve demokratik kurumları genellikle işler durumdadır. Türkiye ise demokrasi tarihinde çeşitli zorluklar yaşamış ve siyasi istikrarsızlık dönemleri geçirmiş bir ülkedir. Bu nedenle, Hollanda’daki siyasetçilerin demokratik süreçlere daha sıkı bağlı olmaları beklenirken, Türk siyasetçilerin bu konuda daha fazla zorlukla karşılaşabileceği düşünülür.
Van Agt ve rakibi Den Uyl, bir terasta sohbet edebilirlerken, aşağıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi bizim parti liderlerimiz hep kin ve nefret dolular.
Hollanda’daki siyasetçiler genellikle diyalog ve işbirliği ruhuna sahiptirler. Farklı siyasi partiler arasında anlaşmazlıklar olsa da, genellikle yapıcı bir şekilde tartışırlar ve ortak noktalar bulmaya çalışırlar. Türkiye’de ise siyaset genellikle daha kutuplaştırıcı olabilir ve siyasi liderler arasında daha az diyalog ve işbirliği olabilir.
Hollanda’da siyaset, genellikle daha medeni bir şekilde yürütülür. Kişisel saldırılar, aşırı kaba dil veya ayrımcılık içeren söylemler nadirdir. Türkiye’de ise siyaset bazen daha sert ve kişisel olabilir, siyasi liderler birbirlerine karşı sert retorikler kullanabilirler. Hollanda, genellikle dünya genelinde yolsuzluk algısı bakımından daha düşük bir ülke olarak kabul edilir. Türkiye ise yolsuzluk ve etik sorunlarla daha fazla karşılaşabilir.
Bu açılardan bakıldığında, Hollanda’daki siyasetin genellikle daha medeni ve kurumsal olduğu söylenebilirken, Türkiye’deki siyasetin daha polarize olabileceği ve daha fazla tartışmalara neden olabileceği söylenebilir. Ancak, her iki ülkedeki siyasetçilerin de farklı koşullar altında çalıştıklarını ve farklı kültürel ve tarihsel geçmişlere sahip olduklarını unutmamak önemlidir.
HOLLANDA’DA ‘İKİLİ ÖTANAZİ’DE ARTIŞ
Hollanda’da ‘İkili Ötanazi’ taleplerinde bir artış yaşanıyor. 2019’da 17 çiftin talebi kabul edilirken, bu sayı 2022’de 29’a yükseldi. Ötanazi talebi olan (evli) bir çiftin öncelikle ayrı ayrı başvurması gerekiyor. Süreçler farklı doktorlar tarafından değerlendiriliyor ve bir dizi bakım standardının karşılanması gerekiyor.
Dries van Agt, yıllar önce yakın arkadaşı Jonkman’a eşiyle birlikte yaşamı terk etmeyi düşündüğünü söylemişti. Bu düşünce, geçtiğimiz Pazartesi gerçeğe dönüştü. İkisinin de sağlık durumu kırılgan ve savunmasızdı. Özellikle eşinin sağlığı hızla kötüleşiyordu.
Jonkman’a göre, Van Agt siyasi kariyeri boyunca ailesinden uzakta kaldı ve son yıllarını çocukları ve torunlarıyla birlikte geçirmekten keyif aldı.
Sonunda, Van Agt ve eşi Nijmegen’de el ele vererek birlikte öldüler.
Dries van Agt ve eşi 93 yaşındaydılar.
FİLİSTİNLİLERE EZİYET EDEN İSRAİL’E KARŞI ‘THE RIGHTS FORUM’U KURDU VE ‘ADALET İÇİN BİR ÇIĞLIK, FİLİSTİN HALKININ TRAJEDİSİ’ ADLI KİTAP YAYINLADI
Dries van Agt, siyasi ve diplomatik kariyerinin ardından, İsrail’e hacca gidene kadar Filistinlilere ne kadar kötü davranıldığını görmedi. O zamandan bu yana kendisini tüm kalbiyle Filistin davasına adamıştı.
Konuyla ilgili bir de ‘Adalet için bir çığlık, Filistin halkının trajedisi’ kitap yayınlayan Van Agt’ın bu meziyetini, bakınız Co Welgraven nasıl yorumlamış:
Dries van Agt’ı İsrail ve Filistinliler arasındaki çatışmada dengeyi gözden kaçırmakla suçlamayın, çünkü o zaman öfkeleniyor: “Kamuoyunda, iki kişinin savaştığı yerde, iki kişinin de hatalı ve eşit derecede hatalı olduğu fikri hakimdir. Aptalca bir söz olan bu fikir, kabinede alınan kararlar ve Temsilciler Meclisi’ndeki tartışmalar üzerinde hala en büyük etkiye sahip.”
“Kitabımda son Gazze savaşıyla ilgili olarak yayınlanan her türlü rapordan, önemli, yüksek otoriteli Birleşmiş Milletler araştırmacılarının, Uluslararası Af Örgütü’nün, uluslararası hukuk uzmanı Paul de Waart gibi üst düzey uzmanların raporlarından alıntı yapıyorum. İsrail’in davranışlarına dair hiçbir iz bırakmıyorlar.”
“Dünyanın en iyi üniversitelerinden biri olan ABD’deki Princeton’da kamu hukuku profesörü ve BM’nin işgal altındaki Filistin toprakları raportörü olan Richard Falk, Amerikalı bir Yahudi olarak İsrail’in soykırım uygulamalarından suçlu olduğunu kabul etmekten utanç duyduğunu söylüyor.”
“O zaman nasıl dengeli olabilirim? Filistinliler hiç soykırım uygulamalarından suçlu bulundular mı? Bana nerede ve ne zaman olduğunu söyleyin. İsrail’in Gazze’de uyguladığı şiddet orantısızdı. Daha da önemlisi, Falk Gazze’ye yapılan saldırının hukuka aykırı olduğunu söylüyor. Bu da Jan Peter Balkenende ve diğerlerinin İsrail’in Hamas’ın roket yağmuruna karşı kendini savunmaktan başka bir şey yapmadığı yönündeki söylemini tamamen ortadan kaldırıyor. İsrail saldırgandı.”
Eski başbakan ve CDA’nın ilk lideri Van Agt, bugün yayınlanan ‘Adalet için bir çığlık, Filistin halkının trajedisi’ adlı kitabında, Gazze saldırısına tepki olarak İsrail’in “son derece vicdansız bir dizi liderle” “haydut bir devlet” haline geldiğini yazan Oxford profesörü Avi Shlaim’den alıntı yapıyor.
Bu görüşü paylaşıp paylaşmadığı sorulan Van Agt, “Ben olsam bu kelimeleri kullanmazdım. Bu alıntıyı çok sayıda mantıklı, makul, insancıl ve sağduyulu İsrailli olduğunu göstermek için ekledim. Böyle bir değeri var.” diyor.
Van Agt, sayfalar boyunca İsrail’in Filistinlilere yönelik eylemlerini kınıyor; dahası, kendi partisi CDA’dan kişiler de dahil olmak üzere, bu ülkeyi kayıtsız şartsız destekleyen Hollandalı siyasetçileri hedef alıyor: “Partimin bu kadar eleştirel olmayan bir şekilde İsrail yanlısı olması beni özellikle üzüyor.” diyen Van Agt, partiden bir meslektaşı olan Dışişleri Bakanı Maxime Verhagen özellikle suçluyor ve “Maxime, benim sevgili dostum, oldukça seçici bir yaklaşım sergiliyor. Arap pisliklerine karşı önyargıları güçlendiren samsam kulüplerinden biraz daha fazlası olan özenle seçilmiş yerlere ve konferanslara gidiyor. Maxime Gazze’ye hiç gitmedi. Orada cehennemi görebilirdi, çünkü Gazze cehennemdir.” diyor.
Ancak Van Agt, 1970’lerde ve 1980’lerde başbakanken de İsrail’in hemen arkasındaydı ve Filistinlilerin ihtiyaçlarını pek dikkate almıyordu. “Orada neler olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Maxima’nın tarzıyla biraz aptalca diyebilirsiniz ama bu diskalifiyeyi o dönemdeki tüm kabinelere yayabilirsiniz, Den Uyl’dan Biesheuvel’e, adını siz koyun. Catshuis’de Orta Doğu tartışılmıyordu, insanlar bu konuda çok az şey biliyordu. Evet, petrol krizinin sonuçlarından, arabasız pazar günlerinden vs. bahsediyorduk ama nedenlerinden bahsetmiyorduk. İsrail’in BM kararlarına uymadığını ve işgal ettiği topraklardan çekilmeyi reddettiğini biliyorduk ve bunun da kitaba pek uygun olmadığını düşünüyorduk, ancak bu da anlaşılabilir bir durumdu, çünkü dar bir şeritten ibaret olan ülke, komşularının yoğun tehdidi altındaydı. Ve bir gün her şeyin yoluna gireceğini düşündük, saflığımızla.” diye devam ediyor Van Agt.
Yavaş yavaş, Van Agt’a İsrail’in davranışları hakkında eleştirilecek daha fazla şey olduğu, örneğin Filistin mülteci kampları Sabra ve Şatilla’da İsrail ordusu tarafından değil ama onun gözetimi altında yapılan katliamlar hakkında bilgiler gelmeye başladı. Van Agt, 1990’ların sonunda siyasi ve diplomatik hayatına son verdikten sonra eşi Eugenie ile birlikte İsrail’e hac ziyaretine gittiğinde gözlerindeki perde gerçekten kalktı.
“Bu, benim ülkeyle ilk tanışmamdı; daha önce oraya hiç gitmemiştim. İzlenimlerim beni çok etkiledi. Yaşlı Filistinlilerin bile askeri kontrol noktalarında omuzlarında büyük havlamalarıyla askerler tarafından nasıl korkunç muamelelere maruz kaldıklarını gördüm. Tabii bu arada, Avrupa’dan gelen Hıristiyanları taşıyan otobüsümüzün hızla geçmesine izin verildi, çünkü bu imaj için iyiydi. Ve işgal altında acı çeken Filistinli öğrencilerin hikayelerini dinledik, sonuç olarak korkunç olduğunu düşündüm. Bu gezi benim için psikolojik bir dönüm noktası oldu. İzlenimlerimi eve götürdüm, onlar hakkında okumaya başladım ve bugün hala okuyorum.” diyor Van Agt.
Van Agt, Filistinlilere destek için üç nedeni olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Hıristiyan olarak yetiştirildim ve kendimi hala Hıristiyan olarak görüyorum. Hıristiyan bir çocuk olarak Kutsal Topraklar’da o kadar ölçüsüz bir kıyamet görüyorum ki bununla yaşayamam. Bu gerekçe silahlanmak için yeterli olmalı. Ama bunun ötesinde, ben kalbimle, ruhumla ve varlığımın her zerresiyle bir hukukçuyum ve bu yüzden orada uluslararası hukukun zarar görmesi, aşağılanması, ihlal edilmesi benim için günlük bir azaptır – bundan daha azı değil – o kadar ağır ve o kadar sık ki görülmüyor.”
Emekli siyasetçi üçüncü neden üzerinde biraz daha durdu: “Ben Avrupalıyım, buna inancım tam. Tarih bize Filistin trajedisinin ortaya çıkmasında en büyük suçlunun Avrupa olduğunu söylüyor. Bu, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda İngiltere’nin Filistin’de bir Yahudi ulusal yurdu kurulmasına destek sözü veren Balfour Deklarasyonu ile başlar. Elbette herkes biliyordu: devlet olma niyeti taşıyan bir yuva. Bu deklarasyonun hazırlanmasında tek bir Filistinliye bile danışılmadı.”
İkinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra, uluslararası toplum (Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri olarak okuyun) kısmen Holokost’un yarattığı suçluluk duygusuyla İsrail devletinin kurulmasını kabul etti. Van Agt: “Holokost’tan sadece Almanya sorumlu tutulamaz. Hollanda da dahil olmak üzere işgal altındaki bir dizi ülkenin, Yahudileri korumak için var olması gereken fırsatları ciddi şekilde değerlendiremediği ortaya çıkmıştır. Avrupa, İsrail devletinin kurulmasında belirleyici bir faktör olmuştur. Bu, topraklarından sürülen Filistinlilerin zararına, acımasızca yapılmıştır. Yüzlerce Filistin köyü yok edildi. Bundan kısmen biz sorumluyuz.” diyor.
Van Agt, röportajın ilerleyen bölümlerinde belki de endişelenmek için dördüncü bir neden daha olduğunu şöyle söylüyor: “İsrail her gün Avrupa ile birlikte olmaya çalışıyor, Avrupa Birliği’nin bir tür dış üyesi olmak istiyor. Biz Batı medeniyetinin üyeleriyiz, verdiği mesaj bu. Ancak bu Batı medeniyeti bu kadar kötü davrandığında, Kongoluların ya da Çinlilerin Tibet’e yaptıklarından daha fazla kızmak için nedenim var.”
Van Agt, İsrail’i bu denli sert bir şekilde eleştiren Katolik inancına sahip tek önde gelen CDA üyesi değil. Eski AB komisyon üyeleri Frans Andriessen ve Hans van den Broek (aynı zamanda eski Dışişleri Bakanı) da düzenli olarak bu ülkeye ateş püskürüyor. Protestan çevrelerden gelen sesler ise çok daha ılımlı. Van Agt’ın bunun için bir açıklaması var: “Reformcu kardeşlerimiz için İncil, yetişme ve formasyon yıllarında çok daha önemliydi. İçine doğduğum kilisenin insanları, Kutsal Yazılar, özellikle de Eski Ahit hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıkları için sık sık küçümsenir ve hor görülürlerdi. Eski Ahit’te, vaat edilen topraklar ve Tanrı ile halkı arasında diğer halkları dışlayan antlaşma kavramları o kadar baskındır ki, bu topraklarda, günümüzde burada yaşananların binlerce yıl önceki vaadin gerçekleşmesi olduğu düşüncesi pekala ortaya çıkabilir. Şimdi diyeceksiniz ki: Peki ya Maxime Verhagen, o da bir Roma Katolik’i, değil mi? Bu bilmece, umarım bir gün ikimizin de bu gezegenden göçüp gitmesiyle çözülecektir, ama emin değilim.”
Asıl soru, Van Agt’ın sert üslubunun Filistin davasına sempati duyan ama İsrail karşıtı olmayan insanları yabancılaştırıp yabancılaştırmadığı. “Yaptığım suçlamaların hepsi gerçeklere dayanıyor ve kanıtlanmış durumda. Şimdi bana bu gerçekleri dile getirmenin akıllıca olup olmadığını soruyorsunuz. Aslında garip bir soru, değil mi? Ben kutuplaştırıcı değilim, Batı Şeria’yı parçalanmış bir alana dönüştüren ve bir Filistin devletini fiilen imkansız hale getiren o duvarı inşa etmiyorum. Eğer o duvarı görürseniz, haykırırsınız, değil mi?”
“Kitabı daha okumadan yırtıp atmayı gerekli gören, daha iyi okuyucular ve nurcular oldu bile. Bu neyi gösteriyor? Bu, getirdiğim mesajın -ki yalnız değilim- argümantasyon ve olgusal destek açısından o kadar reddedilemez olduğunun bir başka göstergesidir ki, teselli ancak elçiye iftira atmakta bulunabilir.
Önümüzdeki günlerde de yine her dilde Yahudi karşıtı olarak azarlanacağımdan eminim. Hayatım boyunca ruhumda pek çok nasır oluştu ama bu suçlama için değil. Bu beni üzüyor, bunu dehşet verici buluyorum. Sürekli geri geliyor ve şimdi daha da yoğunlaştı, beni de dahil edin. Ben antisemit değilim, İsrail devletine yönelik haklı ve gerekçeli eleştirilerim var.” diyerek sözlerini bitiriyor Van Agt.