Değerli okuyucular ve özellikle gençler!
Şair demiş ki:
“Niyet ettiler çok şey yapmaya; neler, neler
Lâkin süre tükendi, fazla zaman kalmadı
Mutlu etti herkesi kavuştuğu nesneler
Yağmalayacakları başka harman kalmadı
Kimileri bir sultan sofrasına kuruldu
Kimileri vefasız sevgiliye vuruldu
Kimisi bir öteye bir beriye savruldu
Şimdi çevrede gerçek bir kahraman kalmadı
Kimisini doyurmaz en pahalı hediye
Ayağına değerse bir taş, sorar ne diye
Kimisi ağıt yakar yaram derindir diye
Ona göre ağıttan başka derman kalmadı
Kimisi der ki, hayat bu, nereden nereye
Kimsenin garantisi yok GELECEK SENEYE
Şikâyet çok, galiba bunu dillendirmeye
Garip şairden başka bir tercüman kalmadı”
İnsan çok hâyal kurar, düş görür. Pek çok planlar yapar. “Şunu yapacağım, bunu yapacağım”, “şuraya gideceğim buraya gideceğim” der.
Bir şeye kavuştuğu zaman başka bir şeyin peşinden gitmeye başlar. Bir şey elde eder, yetinmez, daha başka şeyler ister. Hoşuna giden, yani nefsinin istediği çeşit çeşit zevkleri tadar, doymaz, daha farklı zevkler arar. Canı istediği kadar diliyle, bedeniyle eğlenir ama tatmin olmaz, daha farklı eğlenceler araştırır. Cebi dolsa da, cüzdanı dolsa da, kasası dolsa da yetmez. Biraz daha biraz daha ister…
Ama bir de bakar ki zaman tükendi, vakit geldi, vade doldu. Dünyada kendisine verilen süre bitti. Şimdi elinden bir şey gelmez, zira vade tamam oldu. Bü süreyi uzatmaya kendisinin gücü yok. Bir başkası da –isterse dünyanın en güçlü ülkesi olsun- ona gelen bu vadeyi geri çeviremez.
Vakit dolunca da insan ne yapsın? Bu kadar hâyali, bu yoğun düşleri, bu sayısız beklentiyi, ardı arkası kesilmeyen emelleri ne yapsın? Bu kadar hâyal, emel boşa mı gidecek? Bu kadar plan ne olacak?
Şimdi vaktin sonunda insan ağlasın mı, yas mı tutsun, pişman mı olsun, feryat mı etsin? Yoksa “kollarını makas gibi açarak” haykırsın mı?
“Ey arkada kalanlar! Ey benim gibi gerçekleşmesi mümkün olmayan hâyallerin peşinde gidenler! Ey emellerinin peşinde bir ömür koşturanlar! Ey zevkini dava bilip, onun uğruna yoğun çaba gösterenler! Ey elde olana razı olmayanlar!
Ey açgözlüler, ey egoistler, ey cimriler, ey nankörler! Vade sizin için de günün birinde bitecek! Unutmayın!”
İnsan, yani insanlardan bazıları (çoğu mu desem), neye kavuşursa kavuşsun bir türlü doymaz. Bir türlü hâline şükretmez. Bir türlü tatmin ve mutlu olmaz… Dahası sürekli şikâyet eder. Ama her şeyden, herkesten, her durumdan… Onlara göre zaten hayatta kişiyi memnun edecek bir şey yoktur ki…
Her şey olumsuz, herkes sorunlu, her şey kâbus gibi, her an ve her durumda çözümü zor problemler var.
Çevresinden, akrabalarından, -varsa- çocuklarından, pahalılıktan, geçinememekten, zamanın kötü oluşundan, yeni neslin bozulduğundan, siyasetin iyi işlemediğinden, vs. şikayet etmeye devam eder.
Kendisi iyi olmaya çalışmaz, başkalarının kötü olduğunu iddia eder.
İnsan, yani insanlardan bazıları (çoğu mu desem), başı ağrısa, çevreyi telaşa verir. Başına bir musibet gelse, onu aşmaya çalışma yerine feryat eder. Piyasalarda birazcık dalgalanma olsa, eyvah ekonomi kötü, batacağız der durur.
Zenginlere bakar, hayıflanır. Lüks hayat yaşayanları, lüks eşya tüketenleri görür, ah vah eder. Onlara özenir. Onlar gibi olma hâyalleri kurar. Onlar gibi olamamaktan dudaklarını ısırır. Hatta haset etmeye başlar.
Bazıları da bu lüks eşyalara kavuşmak için suç işler, kriminel işlere bulaşır, -İslâm’ın haram ettiği- yollardan para elde etmeye yeltenir.
Rasûlullah (as) Müslümanlara şöyle tavsiye etti: “(Hayat şartları) sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız; sizden yukarda olanlara bakmayınız. Bu, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hor görmemenize daha uygun bir davranıştır.” (Müslim, Zühd/9 no: 7430. Tirmizî, Kıyâmet/58 no: 2513 (Sahih kaydıyla), Libâs/38 no: 1780. İbni Mâce, Zühd/9 no: 4142)
Kişi dünyalık, eşya, giyim açısından kendisinden daha ilerde olana bakınca; elindekinin kıymetini bilmez, şükretmeyi unutur, olumsuz kıskançlık duyguları kabarabilir, sıkıntıya düşebilir, tedirgin olabilir. Vaktini, gücünü, niyetini onlar gibi olmaya harcar.
Böyle yapar da asıl yapması gereken insanlık görevlerini unutur… Böyle yapar da kendisini bu beyhude çabanın tutsağı yapar…
Nefsinin, zevklerinin, hırs ve tamahının tutsağı olanlara “özgür birey” denir mi? Hâlbuki özgür (hür) olmak ne muhteşem bir değerdir insan için… Dolaysıyla bu sayılanlar için özgürlüğünü kaybedenlere acımak gerek…
Hayatı boş hâyaller, gerçekleşmesi mümkün olmayan emeller, ya da eşya veya dünyalıklar, geçici zevkler uğruna harcayanlar, onu sadece yeme içme ve eğlenme zannedenler, hâline şükretme yerine her şeyden şikâyet edenler; aldanırlar, zarar ederler… Kendi ve başkalarının hayatını çirkinleştirebilirler…
HAYATINI GÜZELLEŞTİRENLERE ÇOK TEŞEKKÜR EDİYORUZ…
H.Kerim Ece —◄◄