
İktidara gelirseniz, hâl ve hareketlerinize dikkat edin. Kibirli olmayın, kendini beğenmişlik etmeyin. Size ait olmayan şeyleri almayın, güçsüzlere yardım edin ve ahlak kurallarına uyun. Unutmayın ki sonsuz iktidar yoktur. Her iktidar geçicidir ve herkes, er veya geç, önce milletin ve nihayet Allah’ın önünde hesap verecektir. (Aliya İzzetbegoviç)
Kıssadan hisse:
“Ben onun kim olduğunu biliyorum”
Yaşlı bir adama sokakta yürürken bir bisikletli çarpmış ve hafif yaralanmış. Etraftakiler hastaneye götürmüşler. Hemşireler, röntgen çekerek herhangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini söylemişler. Yaşlı adam huzursuzlanmış; “acelesi olduğunu, röntgen istemediğini” söylemiş.
Hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar.
“Eşim huzur evinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı etmeye giderim, gecikmek istemiyorum” demiş.
Hemşire “Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz” deyince;
Yaşlı adam üzgün bir ifade ile:
“Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey anlamıyor, hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor” demiş.
Hemşireler hayretle: “Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden her gün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?” diye sormuşlar.
Adam cevaplamış: “Ama ben onun kim olduğunu biliyorum”
Kıssanın hissesi: Dünya bizim kim olduğumuzu unutmuş, bilmiyor olabilir amma, biz hem o vahşi Batı’nın hem onun kuklalarının hem de bizim kim olduğumuzu çok iyi biliyoruz… Daha dün, Asala’dan, Hocalı Katliamından biliyoruz… Bu nedenle olmamış bir kırımı soykırım diye adlandırır ve onun anısına bir anıt dikmeye kalkarsanız, bizler de sizin kanlı, kirli tarihinizi suratınıza çarparız. Enschede kentinde protestolara rağmen dikilen sözde Süryani Soykırım Anıtı aslında bir utanç, fitne ve kaos abidesi olarak toplumun kalbine dikilmiştir…
Soykırım, biraz Soy’a çekimdir… Bence siz soyunuzu hesaba çekin…
İzine mi tatile mi gideceğiz?
Yoğun geçen iş gününün ardından istirahat ne kadar gerekliyse, bir yılın ardından belli bir süre dinlenmek de o kadar önemli ve gerekli.
Türkiye’de bayram iznine ayrılanların pek çoğu sahil kenarlarından yerlerini ayırtmışlar. Bayramlar ailecek kutlanan en müstesna, en özel günlerimizdi. Bizi bir araya getiren, o huzur ortamında bütün olumsuzlukları eriten, gönül telimizi sevgiyle titreten, dostluk, muhabbet, akrabalık bağlarını dirilten o güzel günlerimizi tatil yerlerinin keşmekeşine kurban etmeyelim.
Dizi dibinde oturduğumuz babamızın saçlarımızı okşaması, sahilde esen meltemin savurmasına benzemez. Başımızı koyduğumuz ana göğsünün kokusu, kucağının ısısı güneşe benzemez. Kardeşin kucaklaması denizin bağrına basışına benzemez. Onlarla olan her anın, senin ruhen doğuşuna, manen dirilişine vesile olur. Bu özel, güzel, anlamlı ve hayırlı anların kıymetini bilin.
Hayatın onlarsız ne kadar da anlamsız olduğunu öğrenince, pişmanlık ateşiyle yanıyoruz. O yangına meydan vermemek için onlarla geçireceğimiz saniyeleri bile hesap edelim. Tatilimizi de ondan sonra yapalım. Dualarını alarak yola çıkalım.
Geçen sene izin döneminde Hollanda’dan giden birinci nesil yaşlılarımızı ziyaret ederek, dualarını almıştık. Gördüğüm manzara içler acısıydı. Bazısı haslatlanmış, doktora götürecek kimsesi yok, kiminin erzağı tükenmiş alışveriş yapanı yok. Gözleri yollarda, gelen giden yok… Evlatları sordum, utana sıkıla, mahçup bir hâlde “tatil beldelerinde” dediler… Bizler de onların geldikleri yaşlara geleceğiz ve bizler de evlatlarımızın, sevdiklerimizin yollarını gözleyeceğiz… Daha fazla yol gözlemelere, özlemelere meydan vermeyelim.
Babamın anamın tek sermayeleri geride bıraktıkları evlatlarıydı. Bizim de onlardan aldığımız bu mirası sermaye olarak evlatlarımıza bırakıyoruz.
Yatırımlarımız, onların merhametli ve sevgi dolu bir yüreğe sahip olması adına olsun. Zira tek kazanımımız bu oluyor…
Ah memleketim…
Geçen hafta, bir aylık izinden dönen bir arkadaş geldi memleketten. Her gelenden duyduğumuz olumsuzlukları duyduk. Pahalılığın zirve yapışından insani ilişkilerin sıfırlanışından dert yandı. 1000 euro bozduruyordum, 1 hafta sonra bitiyordu. Ev için özel bir harcama yapmıyorduk ama nasıl ve nereye harcıyorduk, bilemiyorduk” diye pahalılığın son durumu hakkında bize ön bilgi verdi.
İlk geldiğim yıllarda izin zamanını iple çekerdim. İzin günü belli olunca da günler önce başlayan heyecan beni uykusuz bırakırdı. Hele ki köyümü gördüğümde kalbim yerinden çıkacakmış gibi atardı…
O heyecan yok denecek kadar azaldı ama bitmedi. Zira orada hâlâ yüreğimde yer etmiş eşsiz insanlar yaşıyor. Kimi candı kimi canan, kimi yâr dı kimi yâran…
Köyümün toprağına ayak basmak, güneşinin ısısını tenimizde duymak, anılar biriktirdiğimiz insanlarla beraber olmak bizi oralara taşıyan en önemli hazinelerimiz.
Elbette şu an 40 yıl öncesinin zamanı değil. Elbette şimdiki nesil o zamanın nesli değil ama değerlerimiz aynı. Memleket ile nesliniz arasında bir bağ kurun, orayla olan ilişkisi kesilmesin. Her ne kadar o kutlu vatana ihanet ediliyor olsa bile, oradan kopmak bizi köklerimizden koparır. Her hâlükârda neslimizi memlekete bağlayacak bir sebep oluşturalım, bir bağ kurmasını sağlayalım…
Ortak aklın çağrısı…
Doğuş söyleşileri farklıdır. Suya sabuna dokunur ki kirler temizlensin. Etliye sütlüye karışır ki tarafını belirlesin. Bugüne kadar “Laf olsun torba dolsun” nev’inden bir söyleşi yapmadık. Yaptığımız her söyleşiyi de bir kamuoyu oluşturmak, gündemi belirlemek adına yaptık. Hakkı hakikati söyledik, bunun karşılığında ölümle tehdit edildik. Yılmadık, eğilmedik, sözümüzü esirgemedik; yanlışa “yanlış” dedik. Kimseyi çıkar ilişkisiyle yüceltmedik, kimseyi de düşünce farklılığından dolayı ötelemedik. Gazetemizin bu çizgisi herkes tarafından takdir edildi, sahiplenildi. Bazen işi savsaklayan belediyeleri bazen haklarımızı gasp eden siyasileri bazen beceriksiz STK’ları bazen de emek sömürüsü yapan işverenleri karşımıza aldık. Hakkı haykırdık, duruşumuzdan asla taviz vermedik.
Bu sayıda da iki güzel insanı ağırladık gazetemiz sayfalarında.
İkisinin de derdi vardı. Gelecek kaygısına dönük dertleri. Gençliğe ve insana yatırımın önemini dillendirdiler. Bu alanda ciddi çalışmalar yapılması noktasında uyarılar yaptılar, çağrılarda bulundular.
Bu söyleşileri mutlaka okuyun. Sizin de bu sürece mutlaka bir katkınız olacaktır. Sorun belli, çözüm belli o hâlde neyi bekliyoruz. Haydin kolları sıvayarak bu yatırımı biran önce başlatalım.
“Ortak Aklın Öngörüsü ve Sağduyunun Çağrısı” başlığı altındaki manşetimizin mesajı iyi okunmalı ve bu alanda yapılacak olan ‘İnsana Yatırım’a derhal başlamalıyız.
Yeni bir oluşumdan da söz etmek isterim. Türk Düşünce ve Araştırma Platformu adında kurulan oluşum ikinci toplantısını da doktorlarla ve sağlık çalışanlarıyla gerçekleştirdi. İlk toplantıda da Türkiye kökenli avukatları ağırlamışlardı. Güzel bir amaç ve hedef doğrultusunda kurulan bu platform umarım diğerleri gibi lafta ve panoda kalmaz. Haberini içeride okuyacağınız platform, güzel, hayırlı bir amaca matuf olarak işlev yapacak. Bizler de hem takipçisi hem destekçisi olacağız.
Toplantıda duyulan şu cümle çok önemli: “Sonuçta, Hollanda’da hepimizi ilgilendiren sorunlarda ya da konularda ortak akılla hareket edemiyoruz. Yurdumuz olan Hollanda ve hükûmeti (Devlet) bizimle ilgili konuları BİZSİZ gündem yapıyor, bizim hakkımızda bize rağmen bizsiz karar alıyor. Ya da ihtiyaç olunca günah keçisi sandalyesine bizimle konuşmadan bizi çabucak oturtuyorlar. Bu platform bu sorunu çözmek amacıyla faaliyet yürütecek”
Dizi dizi kayboluyor, kopuyoruz…
Diziler, aileyi dağıtmak, değerleri ayak altına almak, “ben” eksenli bir dünya kurmak, maddeyi putlaştırmak, maneviyatı, ahlakı, adalet ve merhamet gibi duyguları insan yüreğinden söküp atmak için var gücüyle saldırıyor. Ahtapot gibi dört bir yandan yapılan bu saldırıya karşı direnmek, karşı koymak zor. Zira düşman donanımlı, güçlü ve önüne koyulan görevi yerine getirmek için kararlı. Her sayıda dikkat çektiğimiz bir sorun gitgide büyüyor. Evlatlarımız üzerinde kirli eller dolaşıyor ve onları “cinsel eşitlik” teraneleriyle bataklığa doğru sürüklüyorlar. Yine öyle bir grubun Türkiye’deki gösterisinde “Buradayız, sapkınız, çocuklarınız için geliyoruz” diye pankart açmışlar. Amaç ve hedef belli. Kendilerini “sapkın” olarak tanıtan bu ve bunun gibilerin karşısında durmak ve kendimiz olarak mücadele etmek zorundayız.
…
“Korkakların, münafıkların en büyük özelliğidir kendisini bukalemun gibi gizlemek… Gizliyorsa biri kimliğini ya utancındandır ya da insan olmadığındandır. O hâlde insan olmayandan uzak dur… O gibilerin pisliğine sakın bulaşma!.”
…
Ağızdan bazen baklayı çıkarmak lazım…
Efendim; eskiden bir dergâhta, çok küfürbaz bir mürid varmış. Şeyhi, müridin küfür etmesine çok kızarmış. Ancak; mürit kendisine bir türlü hakim olamadığını söylermiş.
Bunun üzerine Şeyh: “Dilinin altına bir bakla tanesi koy, küfür edeceğin zaman bu bakla engel olur!” demiş..
Gerçekten bu baklayı koyduktan sonra mürid artık küfür etmez olmuş.. Bir gün Şeyh ile mürid, camiye giderken, cumbalı bir evin önünden geçiyormuş.
O sırada genç bir kız pencereden:
“Hoca efendi, hoca efendi!. Bir dakika durur musunuz, annemin bir diyeceği var.” demiş.
Şeyh ile mürid beklemeye başlamışlar. Bu arada yağmur başlamış. Bir süre sonra genç kız: “Sağ olun, gidebilirsiniz artık!” demiş.
Sırılsıklam olan Şeyh şaşkın bir hâlde: “Kızım annen bizi niye bekletti?” diye sorunca; genç kız: “Annem tavuğu kuluçkaya yatırıyordu. Civcivler sizin sarıklarınıza benzesin, tepeli olsun diye sizi bekletti!” deyince, sinirlenen Şeyh müride dönmüş ve: “Çıkar ağzından o baklayı!.” demiş.
…
Yukarıdaki kıssayı ne için anlattığımı merak etmişsinizdir.. Sebebini izah edeyim efendim…
Lüzum üzerine…
Sevgili dostlar,
35 yıllık teşkilatçılık ve 25 yıllık gazetecilik hayatımda kimsenin ardından konuşmadım, yalan dolana bulaşmadım, yalpa yapmadım, kıvırmadım, kimse önünde eğilmedim; çok kızsam da küfür, hakaret etmedim. Kimsenin kınamasına aldırmadan hakkı hakikati söyledim. Yapıcı tavsiyeler sunarak en ağır şekilde eleştirdim.
Sadece şeref yoksunu birini ya da bir davranış gördüğümde “şerefsiz” gibi bir söz düşer dilimden gayriihtiyari… O sözün ardından da hemen pişman olurum; o söz dilimden nasıl oldu da döküldü diye.
Birinin dilinden kötü söz, küfür, hakaret duyunca da içim daralır, bunalırım, o kişinin yanından kaçmak isterim. Ama kıssadaki küfürbazın dilinin altındaki baklayı -affınıza sığınarak- bu sefer ben de çıkaracağım… tabi ki haddimi ve sınırlarımı bilerek…
“Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git! , diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!”
Bu şiir şu anki ruh hâlimi en güzel şekilde anlatıyor…
Sürekli isim değiştirerek gizli, sahte bir hesaptan paylaşım yapan bir münafığın, sahtekârın (Ne Dedim ki, Cesur Yorum, Fatih Yılmaz vb. vd. gibi sahte isimlerle) hakkımda yazdığı birkaç yazıdan sonra böyle bir yazıyı -kerhen- paylaşmak zaruri oldu…
Gazeteci olmamız hasebiyle pek çok kurum, kuruluş düzenlediği etkinlik ve programlara davet ederler. Biz de onların o davetine doğal olarak icabet ederiz. Elbette her davete katılmayız. Din, vatan hassasiyeti olmalı, helal ve legal olmalı…
“Öykülerle Türküler” adlı bir program için Harmoni Koro yönetiminden bir davet aldık. Anadolu’nun farklı yörelerine ait derlenen türkülerin öyküleriyle birlikte icra edildiği bir programdı.
Çanakkale Türküsü, Urfa’nın Etrafı, Benim Sadık Yârim Kara Toprak, Dostlar Beni Hatırlasın, Köroğlu Destanı, Ötme Bülbül, Yüksek Yüksek Tepelere, Sarı Gelin gibi türkülerin seslendirildiği bir ortamdan korkan zavallı zübük, bize ders vermeye kalkışıyor.
Koro şefinin program sonrası paylaşımının altına düştüğüm kutlama notu, bir zübüğün zoruna gitmiş. Oysa bize aklınca yol göstermeye çalışan o zübük, deveyi hamuduyla yutan cinsten. Üç kuruş uğruna amuda kalkan, çevresinde tiksintiyle anılan biri…
Kendi siyasi partisinin onca kirlenmişliğine, ahlâksızlığına rağmen hâlâ savunuculuğunu yapan bu kimliksiz, kişiliksiz adam(!), benim teşkilatçı yönümü ele alarak bu tür programların bize göre olmadığını anlatmaya çalışıyor ve beni mensubu olduğum teşkilata ispiyonluyor.
Bizi herkes biliyor, savunduğumuz davaya halel gelmemesi için ölümü bile göze aldığımızı, hakkı hakikati haykırdığımızı, bunun karşılığında defalarca ölümle tehdit edildiğimizi, bedel ödediğimizi herkes biliyor. O zübük de bu durumu çok iyi biliyor… Ama içindeki kin ve nefret, hased ve fitne ateşi o kadar büyük ki, gözü kimseyi görmüyor, çıkarı uğuruna en temiz, en dürüst olanlara bile pisliğini sıçratmaktan geri durmuyor…
Şimdi dilimin altındaki baklayı çıkararak, müsaadenizle, affınıza sığınarak ve büyük bir iç sıkıntısı yaşayarak zübüğe ithafen şöyle seslenmek istiyorum:
..
İtin birine…
Salyasını akıtarak uzaktan havlayan it,
İt sırtından beslenen asalak, ezik bit,
Korkaklığının işaretidir uzaktan havlaman,
Münafıklık âlametidir kendi kimliğini saklaman…
Seni muhatap almak, seviyene inmek olur amma,
Bu sefer cevap vermesem yük olur omzuma,
…
Bu kaçıncı muhbirlik ey şahsiyetsiz zübük,
Meydanı boş bulup atan, kan emici sülük,
Ayda bir sahte isimle fitne saçan uyuz gölük,
Varsa bir derdin, çık er meydanına,
Ahaliyi ortak etme arsız ve hayasızlığına,
…
Beni bütün Hollanda Zeynel Abidin olarak bilir,
Yürekte ne kin beslerim ne fesatlık ne kibir,
Sevgimin yüceliğini dostlarım, kılıcımım keskinliğini düşman bilir,
Ölümle tehdit edildim, duruşumdan taviz vermedim,
Hele senin gibi ikiyüzlü münafıklara hiç boyun eğmedim…
…
Düşmanca tavrının sebebini biliyorum,
Kirli politik düşüncene uzağım ve hep eleştiriyorum,
Çıkardığınız paçavraları Doğuş karşısında küçültüyorum,
Namert bir dosttan mert düşman evladır,
Sizin gibi namertler insanlığın başına beladır…
…
Beni bir yerlere gammazlayarak bu iş olmaz,
Sahte kimlikle seni kimse adam yerine koymaz,
Üç takipçiyle sesini kimseler duymaz,
Vazgeç bu kirli oyundan, kötülük arar seni bulur,
Bu dünyada olmasa bile ahirette hak yerini bulur…
Zeynel Abidin Kılıç
…