Avrupa’nın pek çok şehrinde Kurban Bayramlarının bir bölümü komşu ihbarlarıyla geçti. Bahçesinde, bina önünde, hatta evin içerisinde kurban vecibesini yerine getirmek isteyen aileler günün sonunda karşılarında polis ya da belediye görevlilerini gördüler. Hatta otobüse binemeyen koyun hikâyesi de hâlâ akıllardadır. Avrupa’da kurban bayramlarına dair bir hafıza.

1969 yılının ocak ayının ilk günlerinde Amsterdam’ın en büyük şehir parklarından olan Vondelpark’ta hummalı bir hareketlilik vardı. Parkın orta yerine, içerisine bin kişiyi alacak kadar büyük bir çadır kurulmuş, çadırın biraz ötesine yüzlerce kişiyi doyurmaya yetecek kadar devasa mangallar yerleştirilmişti. Mangallar yakılmış, üzerlerine etler özenle dizilmiş, misafirler beklenmeye başlamıştı. O gün, herkes için sıra dışı bir gündü.

Amsterdam’da çalışan Türk ve Faslı işçilerin başını çektiği Misafir İşçiler Derneği, Kurban Bayramı vesilesiyle kültürel bir program düzenlemek istemiş, Hollanda Reform Kilisesi’nin de desteğiyle Voldelpark’ta bir Kurban Bayramı Şenliği yapılması kararlaştırılmıştı. Hazırlıklar günlerce sürdü ve beklenen gün geldi. İşçiler, tıraşlarını olmuş, ayakkabılarını cilalamış, kokularını sürünmüş bir hâlde takım elbiseleriyle Vondelpark’a doğru yürüyordu. Kimi yalnızca davetli, kimi çadırın girişinde görevli, kimi lokum ve kolanya dağıtmaktan sorumlu kimi de programda farklı görevlere sahipti.

Şehrin Orta Yerinde Bir Bayram Kutlaması

Türk ve Faslı işçilerden oluşan müzik grupları yöresel kıyafetler eşliğinde memleket şarkıları seslendirirken, beyaz önlüklerini giyinmiş misafir işçiler ise konuklara servis yapmakla meşguldü. Orada bulunanlar için o gün, Kurban Bayramı’nın anlamını, komşuyu düşünmeyi, yakınlaşmayı, birlikte olmayı ve paylaşmayı hep birlikte idrak edebildikleri ve uzun yıllar boyunca unutamayacakları bir gün olmuştu. Her ne kadar şimdilerde böyle bir programın yapılmasına çok olanak olmasa da o tarihte Amterdam’da yaşayan Müslüman işçiler, şehrin orta yerinde, üstelik Hollandalıların da katılımıyla dinî bayramlarını bir festival ortamında kutlayabilmişlerdi.

Hollanda bu açıdan diğer ülkelere kıyasla parlak bir başlangıça sahipti. Müslüman işçilerin sayıca fazla oluşu, dinî vecibeler ve kültürel ritüellerin daha hızlı kabul görmesine vesile olmuştu. Henüz göçün ilk yılllarında, 1960’lı yılların sonunda Amsterdam ve Rotterdam’da çalışan işçiler atıl durumdaki kiliseleri kendi aralarında topladıkları paralarla satın alabilmiş ve bu yerleri cami olarak kullanabilmişti. Belediyeler, kurban bayramı öncesi şehrin uygun bir yerinde kurban pazarı açılmasına, kesim ve dağıtım işlerinin buradan yürütülmesine müsaade etmişti. Hatta bazı fabrika sahiplerinin, çalışanlarına kurban bayramı için prim desteği verdiği zamanlar da olmuştu.

Almanya ve diğer ülkelerde ise Kurban Bayramı, kurban kesimiyle ilgili tartışmaların, yanlış anlaşılmaların gölgesinde kalmış, bu da gurbette kurban kesmenin işçi anlatılarında hatırı sayılır bir ün edinmesine sebep olmuştu. Öyle ki, otobüse kurbanlık koyun bindirmek isteyen misafir işçi anlatısını, Almanya, Hollanda, Belçika ve Fransa’da ayrı ayrı dinleyebilir, her ülkede hikayenin aslında gerçekten orada yaşandığıyla ilgili onlarca şahit bulabilirsiniz.

“Kurban Bayramı için bir koyun satın aldım. Ev uzak, araba yok, ‘ne yapalım otobüsle eve götürürüm’ dedim. Koyunumla durakta bekliyorum. Çok geçmeden geldi, durdu bir otobüs. Sıramızı bekledik, ben önde koyunum arkada, tam ayağımı merdivene atıyordum ki şoför koyunu gösterip ‘yasak’ dedi. Kızdım ama el mahkum geri ineceğiz. O esnada baktım ki otobüste bir köpek var. Öyle bize bakıyor. Bir hışımla ‘Köpek oluyor da koyun neden olmuyormuş’ diyeceğim ama onu diyecek kadar dil yok. Artık olacak gibi değil, ben de şoföre sitem ettim: ‘Havhav’a yes, mee’ye no mu?’” (Anonim)

Otobüse alınmayan kurbanlık koyun hikayesi, 63 yılı geride bırakan Türkiye’den Avrupa’ya göç serüveni içerisinde Kurban Bayramlarının yerinin biraz daha farklı olduğuna işaret ediyor. İlk nesil işçilerin anlatılarında, kurbanlık koyun temininden kesimine varıncaya kadar türlü maceralar söz konusu.

İlk Zamanlarda Kurban Bayramı

1961 yılında Türkiye ve Almanya arasında imzalanan iş gücü anlaşması, birkaç yıl içerisinde diğer ülkelerle yapılan anlaşmalarla birlikte genişlemiş, böylece yüz binlerce insanımız misafir işçi olarak çalışmak için yurt dışına çıkmıştı. İlk nesil işçilerin en temel meselelerinden biri olan barınma ihtiyacı, ev sahibi devletlerin tahsis ettiği “Heim”lar (İşçi Yurtları) sayesinde çözülmüştü. Barınmadan hemen sonra gelen beslenme ihtiyacı ise öyle hemen çözülemedi.

İlk nesil işçiler hem yeme içme alışkanlarını sürdürmek hem de helal kesim ihtiyacını karşılamak amacıyla ilk yıllarda çok çaba sarf ettiler. İlk nesil işçi anlatılarında, yumurta, süt ve bal almak için Alman bakkallarına giderek hayvan taklidi yapıp hayvan sesi çıkardıklarını dinlemeyen yoktur.

Bir minibüs kiralayarak hafta sonu Edirne’ye gidip aracı tıka basa yiyeceklerle dolduranların sayısı da bir hayli fazladır. Bu minübüs ticaretini başlatan küçük girişimciler, Köln’deki Ford Fabrikası gibi Türk işçilerin yoğun olduğu iş yerlerinin hemen yanı başına park eder, mesai çıkışlarında ne var ne yok bir çırpıda satardı. Hatta Türk bakkalarının temelini o minibüslerle gidip gelen seyyar satıcılar attılar.

Günlük gıda ihtiyacı bir şekilde çözülüyordu; ancak helal kesim et için daha uğraşmak gerekiyordu. Birkaç işçinin birleşip yakındaki köylere giderek koyun ya da dana satın aldığı, çiftlik sahipleriyle anlaşarak hemen oracıkta kesip pay ettikleri de yine ilk yılların kolektif anılarındandı.

Göçle Gelen Dönüşüm

İşçi sayısının giderek artması ve 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren ailelerin de göç etmesiyle birlikte, yurt ve pansiyonlar yerini evlere ve göçmen mahallelerine bıraktı. Ailelerin gelişi göçle ilgili pek çok şeyi dönüştürdü. Camiler, mescitler, bakkallar, kasaplar, düğün salonları, çeyiz mağazaları, video kasetçiler, seyahat büroları, lokantalar, dönerciler derken bir zamanlar memleketten getirmek için uğraş verilen pek çok ihtiyaç, aynı sokağın içerisinde ya da birkaç sokak ötedeki dükkanlar sayesinde karşılanmış oluyordu.

İlk neslin en büyük sınavı işte bu mekânların inşaasıydı. Her biri az ya da çok “hayali vatan” işlevi gören bu mekânlar, bir yandan kültürün yaşatılması, aktarılması, sosyalleşme ve ağ oluşturmaya da aracılık ediyordu. Aynı anda hem alışveriş yapabilir hem de memlekete gidecek birileri varsa oradaki ailenize bir emanet gönderebilirdiniz. İş değiştirmek, arabasını satmak isteyenler de bu mekânlarda kolayca muhatap bulabilirlerdi. Ancak çözülmesi gereken konular bitmiş değildi. Her ne kadar kasaplar aracılığıyla helal kesim ete ulaşmak kolaylaşsa da kurbanlık kesimiyle ilgili hâlâ yol alınması gerekiyordu. İşçi ailelerinin bir kısmı yine ibadeletlerini memleketlerinde yapmayı tercih ederken, bir kısmı da memleketteki düzeni yaşadıkları ülkelere taşımayı arzu etti.

Gayrimüslim Komşuların Kurbanla İmtihanı

“Hannover’de Engelbosteler’e yakın bir yerde yaşadığımız apartmanda sürekli gidip geldiğimiz yalnız yaşayan bir Oma’mız vardı. 86 ya da 87 olmalı, ilk defa ‘Memlekete gitmeyelim de kurbanımızı burada keselim’ dedi babam. Koyunumuz, Kurban Bayramı sabahına kadar mahallede sempatiyle karşılandı. Sonrası biraz dramatik oldu diyebilirim. Bunun dinî bir yükümlülük olduğunu anlatıp durdu annemle babam. Ne kadar anlaşıldılar emin değilim. Bence sonraları alıştılar bu fikre, öyle pek ses eden olmadı. Yine de Oma’mız bizim eve her gelişinde annemin hemen evin girişine serdiği koyun postuna üzgün gözlerle bakıp balerin edasıyla üzerinden atlamayı tercih ediyordu.” (Ömer Birdal)

Günler öncesinden alınıp kapıya bağlanan, süslenen, kına yakılan, evin çocukları tarafından bir ipe bağlanarak sokaklarda gezdirilen koyunların oluşturduğu manzara hem geleneğin sahipleri hem de yerliler için ilginç bir tecrübe olmalıydı. İşçi ailelerinin bir kısmı tıpkı Türkiye’de olduğu gibi kurbanlıklarını evlerinin bahçesinde kesip, yüzüp, pay etmeyi tercih ediyordu. İşte kurbanlık kesimiyle ilgili tartışmaların fitili de böylece ateşlenmiş oldu.

Bir sabah camdan dışarı bakarken aynı sokakta oturduğu komşusunun bahçede bir koyun kesip yüzdüğünü gören ev sahiplerinin can havliyle şehrin polisinden itfaiyesine kadar herkesi teyakkuza geçirmesine şaşmamalı. Oysa bir süre sonra Müslüman komşuları büyük bir parça etle kapılarını çalıp, “Hindi nasıl Şükran Günü’nün bir parçasıysa koyun da Kurban Bayramı’nın bir parçasıdır.” ya da “Yahudilerin koşer âdeti gibi İslam’da da kurbanlık kesimi için şartlar vardır.” gibi örneklerle kendilerini komşularına izah etmeye çalışıp ikramda bulunacaklardı.

Komşuya Büyük Bir Parça Koyun Eti Hediyesi

“Seksenli yıllarda Hollanda’nın bir liman şehri olan Ijmuiden’de Surinamlı bir göçmen olarak büyüdüm. Yakındaki balık pazarı ve büyük çelik fabrikası Koninklijke Hoogovens nedeniyle mahallemde yoğun bir Türk ve Faslı sakin vardı. Kuzey Hollanda kumsallarında Türk ailelerle yaptığımız piknikleri hâlâ anımsıyorum. Bir Kurban Bayramı sırasında anneme Müslüman komşularımız tarafından büyük parça bir koyun eti hediye edilmişti. Annem, bu kadar etle ne yapacağını bilemiyordu. Düşündü taşındı ve etin bir kısmını onla ne yapılacağını daha iyi bilen üst kattaki Çinli komşumuza hediye etti.” (Karin Amatmoekrim)

Avrupa’nın pek çok şehrinde Kurban Bayramlarının bir bölümü komşu ihbarlarıyla geçti. Bahçesinde, bina önünde hatta evin içerisinde kurban vecibesini yerine getirmek isteyen aileler günün sonunda karşılarında polis ya da belediye görevlilerini gördüler. Kimi zaman hayvan hakları savunucuları da konuya dâhil oldu. Ancak bu manzaralar her ne kadar politikada ve medyada göçmen karşıtlığını beslemek için ilave bir argüman olarak kullanılsa da bu durum iki toplumu karşı karşıya getiren kronik bir duruma evrilmedi. Kurban pazarları, mezbahalar, kesim atölyeleri, kasaplar… Kurallar neyi gerektiyorsa göçmen toplum gereğini fazlasıyla yerine getirdi. Bugün artık Alman, Hollandalı ya da Fransız komşuları şaşırtacak manzaralar pek yaşanmıyor. Kurban kesimine karşı retorikler devam etse de Avrupa’da yaşayan  Müslümanlar, kurban vecibesini oturmuş standartlar ve kurumsal ağlar aracılığıyla rahatça çözüyor. Ancak otobüse koyunla binmek hâlâ yasak.

Gökhan Duman

Yazar ve editör olan Duman, “11. Peron” ve “Göçüp Kalanlar” isimli kitapların yazarı, ayrıca “DiasporaTürk” isimli sosyal medya hesabının kurucusudur.

Perspektif.eu