Wilders’ın Hollanda’sında Yeni Dönem ve Tarihî Perspektif…
2023 Kasım ayında Geert Wilders, seçimlerden zaferle çıkarak Hollanda siyasî tarihine adını yazdırdı. Aşırı sağ ve İslam karşıtı bir parti, ülkenin en büyük partisi olmayı ilk kez başardı. Bu önemli değişim, Hollanda’daki toplumsal dengeleri derinden sarsarken, özellikle yabancılar ve Müslümanlar üzerinde artan bir baskı hissedilmesine neden oldu. Bu yazıda, söz konusu baskının tarihsel kökenlerini, azınlıklar ve Müslümanların korunmasının neden bir gereklilik olduğunu ve bu doğrultuda Batı’daki Müslüman ve gayrimüslim sivil toplum kuruluşlarının hangi adımları atması gerektiğini ele alacağım.
Hollanda hükûmeti insanları ayrıştırıyor
Hollanda’da hem ekonomik hem de siyasi açıdan ciddi bir kutuplaşma yaşanıyor. Ben bu yazıda yalnızca siyasi yönünü ele alacağım. 2000’li yılların başından itibaren Avrupa’nın, demokrasi, insan hakları, özgürlükler ve azınlık hakları konusundaki eski dirayetli duruşunu kaybettiği açıkça görülüyor. Bir zamanlar bu değerlerle “süper lig”de yer alan Batı, bugün Hollandalı-yabancı, Müslüman-Yahudi ve Hristiyan ayrımı yapmaktan çekinmiyor.
Tabii ki, “Batı” derken burada yaşayan her Batılı insanı bu genellemenin içine katmadan, yalnızca ana akımla ilgili düşüncemi kastediyorum. Sağduyulu, insanı insan gibi seven bireyler, kurumlar ve partiler bu analizimin dışındadır. Bunun en somut örneklerinden biri, geçtiğimiz günlerde Adalet ve Güvenlik Komisyonu’ndaki görüşmeler sırasında yaşandı. Kasım ayında Amsterdam’daki olaylarla ilgili yapılan tartışmalarda, Yahudilerin Hollanda’da azami koruma altına alınması gerektiği konusunda tüm partiler mutabık kalırken, DENK partisinin Müslüman azınlığın aynı şekilde korunmasına yönelik önergesi, PVV, VVD, BBB, JA21 ve SGP tarafından reddedildi. Yani, bu beş parti toplamda %58 civarında bir oy oranına sahip. Bu, Hollanda parlamentosundaki 150 sandalyenin yaklaşık 87 sandalyeye tekabül edip, mevcut parlamentoda büyük bir etkiye sahipler. Burayı dikkati nazara almak gerekmekte. Bu noktada, ayrımcılığın net bir şekilde çizgiyi aştığını görüyoruz. Yahudi ve Müslüman azınlıklar arasında açık bir ayrım yapılmış durumda. Daha da kaygı verici olan ise, bugüne kadar Hollanda’daki sivil toplum kuruluşlarının bu konuda yeterince sesini yükseltmemesi ya da yalnızca kendi çevrelerinde yankı bulan sınırlı tepkiler vermesi. Konu oldukça derin ve hassas.
Hollanda anayasası ve ayrımcılık: Çelişki mi?
Evet, bir çelişki! Peki, Hollanda Anayasası’nın 1. Maddesi “Hiç kimse ayrımcılığa uğratılamaz” derken, Müslümanlara yönelik ayrımcılık nasıl açıklanabilir?
Hollanda’nın insan haklarına bağlılığına dair evrensel normlara sadık olduğu iddiası, Müslümanlara yapılan ayrımcılık durumunda çelişkili hale geliyor. Bu durum, Batı’nın insan haklarını evrensel olarak değil, seçici şekilde uyguladığı gerçeğini ortaya koyuyor ve bu evrensellik iddiasını sorgulatıyor. Üstelik, yasaları en hassas şekilde koruması gereken siyaset, aldığı kararlarla Anayasa’nın bu temel maddesini göz ardı ediyor. Bu tutum, hukukun üstünlüğü ilkesine ve toplumsal eşitliğe olan güveni zedeliyor.
Batı’nın üstünlük anlayışı ve tarihi perspektifi
Batı’daki siyasi değişimleri anlamak için tarihsel nedenlere bakmak ve günümüz olaylarını bu çerçevede değerlendirmek önemlidir. Batı’nın tarihsel üstünlük anlayışı, Roma İmparatorluğu’ndan miras kalan bir zihniyete dayanır. Roma’da yurttaşlık ayrıcalığı, belirli bir etnik grup ve toplumu diğerlerinden ayıran temel bir unsurdu. Bu zihniyet, Batı’nın ilerleyen yüzyıllarda ekonomik, kültürel ve teknolojik üstünlük iddialarına dönüşmüştür.
Roma İmparatorluğu, kendi yurttaşlarını “üstün” olarak görürken, diğer halkları köle statüsüne indirgemiştir. Bu düşünce, Roma’nın toplumsal yapısının ve dünya görüşünün temelini oluşturmuş ve Batı’daki “üstünlük” anlayışının tarihsel zeminini hazırlamıştır.
Batı medeniyetinin temelleri, yalnızca Roma İmparatorluğu’na dayanmaz. Aynı zamanda Yunan felsefesinin, Roma hukuk sisteminin ve Eski Mısır’ın merkeziyetçi otorite anlayışının etkisi de büyüktür. Bu tarihsel miras, Batı’nın kendisini “yüksek” ve “öğreten” olarak görmesini sağlayan zihniyetin sürekliliğini sağlamıştır. Batı, tarihsel bir mirasa dayanarak kendini sürekli üstün görmüş ve bu algıyı günümüze kadar taşımıştır.
Eski Romalıların ünlü sözlerinden biri “Biz Romalıyız, siz kölesiniz” idi. Bu anlayış, Batı’daki ötekileştirme zihniyetinin bir temsiliydi. Roma İmparatorluğu, sadece kendi yurttaşlarını “üstün” görmekle kalmamış, diğer halkları köleleştirmiş, kültürleri ve yaşam tarzlarını dışlamıştır. Aynı düşünce, modern Batı dünyasında farklı biçimlerde varlığını sürdürmektedir.
Bugün, Batı’nın beyaz ırk üzerindeki vurgusu, Hristiyanlık ve Yahudilik üzerinden İslam ve diğer inançlar ile kurduğu ilişkilerdeki üstünlük iddialarını görmek mümkündür. Bunun yanı sıra, Orta Doğu’daki çatışmalar ve Batı’daki artan ırkçılık eğilimleri, Batı’nın kendisini üstün görme anlayışının modern bir yansımasıdır.
Batı tarihinin günümüzdeki etkisi
Batı’nın üstünlük algısı, sadece tarihi bir kavram değil, aynı zamanda günümüzde siyaset ve toplumsal yapılar üzerinde etkisini sürdüren bir olgudur. Son yıllarda yaşanan Irak Savaşı, Suriye’deki iç savaş ve Mülteci Krizi gibi olaylar, Batı’nın kendisini sürekli haklı ve doğru görme eğiliminin somut yansımalarıdır. Batı, genellikle kendi çıkarlarını savunarak dünyaya doğruyu öğretme ve uygulama iddiasını sürdürmüştür. Ancak bu bakış açısı, son yıllarda giderek daha fazla sorgulanmakta; Batı’nın emperyalist geçmişine ve ırkçılık eğilimlerine karşı dünyanın farklı bölgelerinde tepkiler artmaktadır. Bu tepkiler ne yazık ki yeterince güçlü değil, ama özellikle Batılı sivil toplum örgütlerinden daha fazla ses yükselmekte. Buna karşın, yabancı Müslüman sivil toplum örgütleri gerekli tepkiyi vermekte yetersiz kalmaktadır. Bu, başka bir analiz konusu.
Batı’nın kendini sürekli haklı görme eğilimi: 4 temel sebep
Batı’nın kendini sürekli haklı görme eğilimi, tarihsel olarak dört ana sebepten kaynaklanmaktadır. Bu sebepler, Batı’nın güç, kültür, ekonomi ve ideoloji üzerindeki etkilerini pekiştirmiştir.
İşte 4 ana sebep:
1- Kuvvet sebebiyle üstünlük
Batı, tarih boyunca bilim, teknoloji ve askeri alandaki ilerlemeleriyle gücünü vurgulamıştır. Özellikle sömürgecilik dönemi, Batı’nın güçlü olmasının kendisine diğer toplumlar üzerinde hak iddia etme yetkisi verdiği düşüncesiyle şekillenmiştir. Bu anlayış, Batı’nın dünyanın farklı şehir ve kıtalarına egemen olmasına olanak sağlamıştır. Bu gücü, sadece askeri üstünlük olarak değil, aynı zamanda daha gelişmiş bir yaşam biçimi ve teknolojiyle de kendini savunma aracı olarak kullanmıştır. Bugün bile Batı, güçlü orduları ve yüksek teknolojiye sahip olmanın kendisine haklılık verdiğini düşünmektedir.
2 – Çoğulculuk ve birlik
Batı’nın tarihsel olarak elde ettiği başarıda, birlik ve dayanışma büyük bir rol oynamıştır. Eski Mısırlılar, Yunanlılar ve Romalılar gibi kültürlerden gelen miras, Batı’nın birleşerek güç oluşturmasını sağlamıştır. Avrupa Birliği gibi modern yapılar, Batı’nın ortak çıkarlarını korumaya yönelik önemli bir örnektir. Batı, bu tür birlikler aracılığıyla sadece ekonomik avantajlar elde etmekle kalmamış, aynı zamanda dünya genelinde daha güçlü bir ses çıkarabilmiştir. Birlik içinde hareket etmek, Batı’nın uluslararası ilişkilerde daha etkili olmasına, küresel sorunlar karşısında ise daha güçlü bir duruş sergilemesine olanak sağlamıştır.
3- İmtiyazlar
Batı’nın kendini sürekli haklı görmesinin temelinde imtiyazlı bir konum yatmaktadır. Bu konum, Roma İmparatorluğu’ndan miras kalan bir üstünlük anlayışına dayanır. Roma’da, yurttaşlık ayrıcalığıyla başlayan bu düşünce, Batı’da zamanla ekonomik, teknolojik ve kültürel liderlik iddialarına dönüşmüştür.
Batı’nın temel imtiyazları şunlardır:
- Tarihsel hakimiyet: Eski Mısır, Yunan, Roma ve daha sonra Orta Çağ’dan gelen yönetim tecrübeleri Batı’nın egemenliğini pekiştirmiştir.
- Ekonomik güç: Sanayi devrimi, Batı’nın dünya ekonomisinde lider olmasına ve diğer bölgelere göre daha fazla kaynak ve güç elde etmesine yol açmıştır.
- Teknolojik üstünlük: Batı, bilim ve teknoloji alanında kazandığı başarılarla diğer toplumları geride bırakmış ve bu üstünlük sayesinde dünyaya yön verme hakkını kendinde görmüştür.
- Kültürel tekelcilik: Batı, kendi kültürünü evrensel bir norm olarak dayatarak, dünya genelinde Batı değerlerinin “doğru” olduğunu savunmuştur.
- Din ve ideoloji: Batı, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi dinî inançlar üzerinden, kendi dinî ve kültürel değerlerini üstün olarak kabul etmiş ve bu değerleri dünyaya yaymaya çalışmıştır.
4- Menfaatler
Batı, başka bölgelerde çıkarlarına uygun durumlar gördüğünde, bu durumları müdahale hakkı olarak değerlendirmiştir. Özellikle Ortadoğu’ya yönelik askeri müdahaleler, genellikle demokrasi veya insan hakları gibi kavramlarla meşrulaştırılmakla birlikte, esas sebebin enerji kaynakları olduğu çok sonra anlaşılmıştır. Batı, dünya üzerindeki stratejik bölgelerde kendi çıkarlarını korumak amacıyla zaman zaman bu tür müdahaleleri haklı gösterme yoluna gitmiştir. Bir diğer örnek olarak, Afrika’daki sömürgecilik döneminde Batı, yerel halkların “geri kalmış” olduğunu öne sürerek bu halkların topraklarında hak iddia etmiş ve onlara kendi yönetim sistemlerini dayatmıştır. Ayrıca Vietnam Savaşı ve Irak Savaşı gibi örnekler, Batı’nın kendi çıkarları doğrultusunda müdahaleler yaptığına dair pek çok kanıt sunmaktadır.
Batı ve Hollanda: Ayrıştırıcı politikaların sebepleri
Hollanda ve genel olarak Batı, ayrıştırıcı politikalarıyla gündemde. Peki, bu politikaların kökeninde ne var? Hem tarihsel geçmiş hem de güncel dinamikler, bu durumu anlamak için bize ipuçları sunuyor.
Tarihin gölgesi: Üstünlük algısı
Hollanda’nın 17. yüzyıldaki Altın Çağı, sadece ekonomik zenginlik değil, aynı zamanda bir üstünlük zihniyeti yarattı. Sömürgecilik ve köle ticaretiyle şekillenen bu anlayış, Batı’nın kendisini üstün görme alışkanlığını pekiştirdi. Bu miras, bugün bile ayrımcı tutumlara zemin hazırlıyor. 11 Eylül saldırılarından sonra Batı’da yükselen İslamofobi, Hollanda’da daha belirgin hâle geldi. Müslümanlar, popülist siyasetçiler tarafından tehdit olarak gösterilirken, bu söylemler toplumu “biz ve onlar” ekseninde ayrıştırdı. 2021’de yapılan bir araştırma, bu algının derinleştiğini ve Müslümanların dışlandığını açıkça ortaya koyuyor.
Siyasetin ayrıştırıcı oyunları
Hollanda’da PVV ve Ja21 gibi partiler, Müslüman karşıtı söylemleri siyasi kazanç için bir araç hâline getirdi. 2022 IPSOS anketine göre, Hollandalıların %35’i Müslüman göçmenlerin entegrasyonda başarısız olduğunu düşünüyor. Bu tür algılar, ayrımcılığı normalleştirerek toplumsal bağları zayıflatıyor. Yani, Hollanda, ayrıştırıcı politikalarla toplumsal eşitlik iddialarını zedeliyor. Tarihsel üstünlük mirası, kültürel korkular ve siyasi çıkarlar bir araya gelerek, ayrımcılığı daha da derinleştiriyor. Bu dinamikleri anlamadan, kalıcı çözümler üretmek mümkün değil.
Azınlıklar ve Müslümanlar neden korunmalı?
Azınlıkların korunması, temel bir insan hakkıdır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Azınlık Hakları Bildirgesi, her bireyin etnik, dini ya da kültürel kimliğinden bağımsız eşit haklara sahip olduğunu vurgular. Azınlıkların korunması, toplumsal barış ve eşitlik için kritik bir unsurdur.
Müslümanların karşılaştığı zorluklar
Müslümanlar, Batı toplumlarında, özellikle Hollanda’da, uzun yıllardır ayrımcılığa ve şiddete uğramaktadır. Hollanda’da yapılan son yillardaki araştırmaları, Müslümanlara yönelik fiziksel saldırıların %20 oranında arttığını gösteriyor. Aynı araştırma, her 10 Müslümandan 3’ünün, günlük yaşamlarında dini ya da etnik kimlikleri nedeniyle ayrımcılığa uğradığını belirtiyor. Müslümanlar, Batı’daki iş gücü piyasasında da daha fazla zorluk yaşamaktadır. Yine verilere göre, Hollanda’daki Müslümanların işsizlik oranı, genel nüfusunkinden iki kat daha yüksek.
Müslümanların Korunmaması:
Müslümanların korunmama algısı, Batı’da popülist ve aşırı sağcı söylemlerle şekillenen bir olgudur. Hollanda’daki PVV gibi aşırı sağcı partiler, Müslümanları toplumsal tehdit olarak tanımlamakta ve onlara karşı ayrımcı bir dil kullanmaktadır. Özellikle son yıllarda yapılan araştırmalar, aşırı sağcı partilerin, Müslümanlara yönelik yasaların çıkarılmasını savunduğunu ortaya koymaktadır. Geçtiğimiz hafta, sadece Müslümanların eğitim aldığı hafta sonu okullarının devlet tarafından kontrol edilmesi kararı alındı. Bu tür söylemler, toplumsal kutuplaşmayı artırmakta ve Müslümanların korunmasına yönelik atılacak adımları engellemektedir. Medyanın bu süreçteki rolü de büyüktür. Batı medyası, Müslümanları sıklıkla olumsuz bir şekilde tasvir etmekte ve bu, toplumsal olumsuz algıyı daha da pekiştirmektedir. 2019’da yapılan bir araştırma, Hollanda’daki insanların %42’sinin İslam’a dair olumsuz bir görüşe sahip olduğunu göstermektedir. Bu durum, Müslümanların korunmasına yönelik önemli adımların atılmasını engellemekte ve ayrımcılığın derinleşmesine yol açmaktadır.
Müslümanların korunması bir lüks mü?
Müslümanların korunması, sadece yasal bir zorunluluk değil, aynı zamanda toplumsal barış ve eşitlik için hayati bir gerekliliktir. Bir toplumda azınlıkların korunması, tüm bireylerin eşit haklardan yararlanabilmesini sağlar. Hollanda’daki 2018 kamuoyu yoklamasında, vatandaşların %75’inin azınlık hakları ve toplumsal eşitlik için daha fazla önlem alınması gerektiğini düşündüğü ortaya çıkmıştır. Bu, toplumsal barışı teşvik etmek ve ayrımcılığı ortadan kaldırmak adına önemli bir adım atılması gerektiğini göstermekte. Müslümanların korunması, yalnızca yasal önlemlerle sınırlı kalmamalıdır. Eğitim, toplumsal entegrasyon ve farkındalık artırma çabaları da bu sürecin önemli parçalarıdır.
Batı’daki toplumlar, daha adil ve eşit bir toplum oluşturabilmek için bu adımları atmalıdır. Müslümanların korunması, toplumsal eşitliği sağlamak ve toplumda huzuru inşa etmek için temel bir adımdır. Batı toplumları, ayrımcılıkla mücadele etmek ve tüm azınlıkları eşit bir şekilde korumak için somut adımlar atmalıdır. Bu, sadece bir yasal gereklilik değil, toplumsal huzurun sağlanabilmesi için de büyük önem taşır.
Peki, siyaset yeterli koruma sağlamıyorsa, Müslüman STK’larının rolü ne olabilir?
Müslüman Sivil Toplum Kuruluşları (STK’lar), Hollanda gibi Batı toplumlarında giderek daha önemli hale gelmektedir. Ancak son yıllarda artan aşırı sağcı söylemler, toplumsal kutuplaşmanın şiddeti ve STK’ların deneyim eksikliği nedeniyle pek çoğu sessiz kalmakta ve aktif bir rol üstlenememektedir. Oysa bu kuruluşların seslerini yükseltmeleri, yalnızca Müslümanların değil, tüm toplumun maruz kaldığı ayrımcılığa karşı güçlü bir farkındalık oluşturabilir. Bu, ayrımcılığa duyarlı Batılı dostlarımızın da beklediği bir duruştur. Batıda, sendikalar gibi toplumun en köklü damarlarından biri olan ve 100 yılı aşkın süredir ayrımcılıkla mücadeleye kendini adamış saglam yapılar bulunmaktadır. Bunun yanında, ayrımcılık karşıtı siyasi partiler ve insan hakları alanında aktif sivil toplum örgütleri de bu süreçte önemli destek sağlayabilir. Müslüman STK’larının bu kurumlarla iş birliği yapması, mevcut batılı tecrübeleri daha da ileri taşıyabilir ve azınlık konumundaki Müslümanların haklarını koruma çabalarına önemli bir katkı sunabilir.
STK’ların birlikteliği ve işbirliği
İlk adım, Müslüman STK’larının daha etkin bir şekilde bir araya gelmesi ve toplumda birlikteliği savunmasıdır. Bu yalnızca Türk kökenli Müslüman STK’larıyla sınırlı kalmamalı; tüm Müslüman STK’ları, Batılı, sağduyulu kuruluşlarla birlikte hareket etmelidir. Eğer Müslüman gruplar yeterli destek bulamıyorsa, Batılı sivil toplum kuruluşlarıyla dayanışma kurarak güçlerini birleştirmelidir. Böyle bir işbirliği, toplumsal eşitliği savunmak ve ayrımcılığı engellemek için önemli bir adımdır.
Medya ve kampanyalarla farkındalık oluşturmak
STK’lar, toplumsal kampanyalar başlatarak, özellikle medya ve sosyal medya üzerinden ayrımcılığa karşı güçlü bir ses oluşturmalıdır. Bu kampanyalar sadece yerel düzeyde değil, ulusal ve uluslararası alanda da ses getirmelidir. Hollanda’da sağduyulu kesimin daha fazla sesini duyurması, aşırı sağcı söylemler karşısında büyük önem taşır. Araştırmalar, Hollanda halkının %68’inin aşırı sağcı söylemlerden rahatsız olduğunu gösterse de, bu rahatsızlık genellikle yeterince dile getirilmemektedir.
Hukuki ve sosyal baskı aracı olarak STK’lar
STK’lar, yasal düzenlemeler konusunda da daha fazla baskı yaparak, Müslümanların korunmasını sağlayacak yasaların çıkarılmasını talep etmelidir. Bu, sadece yasal bir gereklilik değil, aynı zamanda toplumsal barışın sağlanabilmesi için büyük bir adımdır. Müslümanlar, ayrımcılıkla mücadele ederken, sadece kendi toplumlarına değil, tüm azınlıklara eşit haklar tanınmasını savunmalıdır. Müslüman STK’larının daha güçlü bir şekilde toplumsal sorunlara odaklanması ve işbirlikleri kurması, Hollanda gibi ülkelerdeki ayrımcılıkla mücadelede önemli bir dönüm noktası olabilir. Aynı zamanda, sağduyulu ve ılımlı kesimlerin bu mücadeleye dâhil olması, toplumsal huzurun sağlanmasında kritik bir rol oynayacaktır.
Sonuç olarak, Batı’daki sağ akıma karşı durabilmek için önce Batı’yı iyi anlamak gerekir. Ardından haklarımızı öğrenmeli ve hem içte hem de dışta güçlü bir STK birlikteliği oluşturmalıyız. Çünkü birlikten güç doğar. Tek başına hızlı gidebilirsiniz ama birlikte daha uzak yol alırsınız.
Şimdi sivil toplum üyeleri iş başına: Özgürlük için, eşitlik için, toplumsal barış için. Bugün bu güzel Hollanda için ne yaptınız ve ardınızda ne bırakmak istiyorsunuz? Ayrımcılıkla mücadele etmek için sağduyulu ve ılımlı Batılı STK’lar seni bekliyor. Bu kesimlerin desteğiyle güçlü bir ses oluşturulabilir. Bu, sadece Müslümanların değil, tüm azınlık gruplarının korunması için önemli bir adımdır.
O. Osman Elmacı —◄◄ …