
“Sevdiklerinize gül verin, gülünüz yoksa gülüverin” (Hz. Mevlânâ)
“İnsanlar sevilmek için yaratıldılar, eşyalar ise kullanılmak için. Dünyadaki kaosun nedeni; eşyaların sevilmeleri ve insanların kullanılmalarıdır.” (Cemil Meriç)
(Kıssa)
Un ambarına düşenler gibiyiz…
Adam, oğlu ile beraber buğday öğütmek için kasabadaki değirmene gider. İşinin uzun süreceğini anlayan adam, oğlunu yiyecek bir şeyler almak için çarşıya yollar. Oğlu siparişleri alır döner, fakat değirmen bıraktığı gibi değildir. Ortalık harp alanına dönmüştür. Meydanda, un ambarına düşmüş ve her tarafları bembeyaz olmuş iki kişi kavga ediyordur. Çocuk birinin babası olduğunu anlar ve oradan eline geçirdiği kürekle babasıyla kavga edene vurmaya hazırlanır. Ama ikisi de tanınmayacak hâlde olduğu için oğul, babasının epey bir süre dayak yemesini engelleyemez. Hatta babasının ense köküne de bir-iki kürek yerleştirir. Oğul babayı bulana kadar, babası belayı bulur ve ambara düşmesinin bedelini ağır öder.
Bizim durum da maalesef öyle. Düşmüşüz bir ambara, kendimizi tanıtana, anlatana kadar yediğimiz kürek saplarının haddi hesabı yok… Yediğimiz dayağa yanmıyorum da, ambara düşüp onlara benzemiş olarak çıkmak canımı çok acıtıyor… Dünya insanlığı Siyonizm zulmü karşısında her türlü baskı, tutuklamayı göze alarak ayağa kalmış, sokaklara inmiş haldeyken, bizim İslam coğrafyalarında bu zulüm seyredilmekte.
“Bize ne Filistin’den” diyecek kadar merhamet yoksunu, seviye düşüklüğü yaşıyor Müslümanlar.
Bir kısmı da, düzenledikleri organizasyonlarda insan içini acıtan çalgılı çengili eğlence programlarıyla bizleri o un ambarına düşürmeye çalışıyor. Eğlencenin, şatafatın, israfın, zevkusefanın içerisinde boğmaya, yok etmeye uğraşıyor. Biz bu tür çağrılara kulak tıkamalıyız, bir kısım kuklanın oyununa gelmemeliyiz ta ki bu zulüm duran dek.
Filistin’in, mazlumun yanında olduğumuzu gösterecek eylemlere katılmazken, bu tür eğlencelere para harcayıp gitmemizin bize ödettireceği bir bedeli ve bir vebali var.
“Irzımızdır çiğnenen, evladımızdır doğranan, Hey sıkılmaz, ağlamazsan, bari gülmekten utan!” diyor ya şair… Maalesef bu zulmü, vahşeti arsızca gülerek seyredenler var. Halkı Müslüman olmayan ülkelerin vatandaşları aylardır sokaklarda bu zulmü telin ederken, bizler hâlâ İran’ın sinsi planından, Hamas’ın samimiyetsizliğinden dem vuruyor, bu düşünceler ve eylemlerle zalimin eline silah veriyoruz. Masumların katledilişine zemin hazırlıyor, bu cinayetlere ortak oluyoruz.
Siyonizm’in zincirsiz kölesi olan yöneticiler soykırıma sessizliklerini sürdürseler de, insanlar vicdanlarının sesini dinliyor ve sokaklarda bu zulmü, vahşeti, soykırımı telin etmeye devam ediyorlar.
…
Siyonist karşıtlığı Yahudi karşıtlığı değildir…
Almanya’nın Yahudi vahşetini bütün Avrupa destekledi. Şimdi aynı Avrupa Filistin’deki Siyonist vahşeti destekliyor ve antisemitizm kılıfı ile meşrulaştırmaya çalışıyorlar.
İsrail’in sömürgesi hâline gelen ABD, akla ziyan, antidemokratik bir yasa tasarısını Senato’ya yolladı.
İşte o deli saçması, Siyonist’ten daha Siyonist anlayışın maddeleri:
– Yahudilerin Hz. İsa’yı öldürdüğünü söylemek.
– “İsrail Devleti ırkçıdır” demek.
– “ABD’nin İsrail’i kayırdığını öne sürmek.
– “Yahudilerin medya ve siyaseti kontrol ettiğini” iddia etmek.
– İsrail’in politikalarını, Nazi politikalarına benzetmek.
– İsrail’in eylemlerinden Yahudileri sorumlu tutmak.
– Yahudileri “vatandaş oldukları ülkeden çok İsrail’e sadık olmakla” suçlamak…
Bu yasa ABD Temsilciler Meclisi’nde 91’e karşı 32 oyla kabul edildi ve Senato’ya gönderildi. Bu resmen bir cinnet hâlidir. Bu söylenenlerin hepsi de doğrudur, zira İncil’de ilk madde bu şekilde yer alır. Hristiyan olan ABD, Evanjelistlerin baskısıyla kendilerini inkâr edecek, dinlerini peşkeş çekecek ve zalimi savunacak hâle geldiler.
Üniversite gençliğinin onurlu başkaldırışı…
ABD’de üniversite eylemleri başkan Biden’i âdeta çıldırttı ve böyle bir yasa ile bu eylemlerin önüne geçeceğini sanıyor. Siyonist’ten daha çok Siyonist olan bu kafalar olduğu müddetçe İsrail kan akıtmaya, canlara kıymaya devam edecektir. ABD’nin bir üssü olan İsrail, şimdi de ABD’yi kendine üs yaptı.
Öte yandan İslam coğrafyalarından kaçan mülteciler Batı’nın merhametine sığınıyorlar. Bu da içimizi daha çok acıtıyor, kanatıyor. Oysa tam tersiydi. Zulme uğrayan Yahudi ve Hristiyanların tek sığınağı İslam beldeleriydi. Ne ara bizler bu duruma düştük… O izzetli duruşu, merhameti, adaleti hangi ara yitirdik.
Yeniden o günlere dönmek hiç de zor değil. Sadece rehberimiz olan Kur’an’a ve sünnete sıkı sıkı sarılarak bütün insanlığın kurtuluşu olan o medeniyeti inşa edebiliriz.
Bölündükçe, öteledikçe çoğaldığını sanan kurum/kuruluş mensuplarına çağrı…
Bu yazılanların muhatapları, kısır çekişmelerden medet umanlar, başını kuma gömenler, meseleleri partizanca değerlendirenler ve insanlar arası duvar örenler değillerdir…
Düşünce, inanç, kültür, yaşam ve fikir ayrılıklarını bir zenginlik olarak algılayan, saygı duymasını bilen, hoşgörüyle yaklaşan, tavır konulacak meselelerde asgari müştereklerde buluşabilen; vizyon sahibi, gelecekten kaygı duyan, kısacası, insanca hareket etmeyi erdem sayan bütün örgüt temsilcileridir muhatabım… Bu hitap, gönül bağım olan örgüt temsilcileri de dâhil –yukarıdaki sınıfının içerisinde bulunan- herkesedir…
Saygıdeğer Başkanım,
Hak ve halkın yanında olmak adına; sizi karşıma cephe etmeyi göze alarak sesleneceğim sizlere…
Yükünüzün ağır, yolunuzun çetin, çileli ve meşakkatli olduğunu biliyorum. Sağlığınızı, ailenizi ve sosyal yaşamınızı ihmal ettiğinizi de biliyorum. Belli bir gayeyi hedefe ulaştırmak için; ilkeli, kararlı, sabırlı bir şekilde gece gündüz mücadele ettiğinizi de biliyorum. Makamınızdaki koltukların ‘ceylan derisi’nden olmadığını, gelişmeleri endişeyle takip ettiğinizi ve uykularınızın kaçtığını da biliyorum… Ama bilmediğim ve sebebini öğrenmek ve anlamak istediğim bazı hususlar var…
Çok sancılı bir süreçten geçtiğimizin bilmem farkında mısınız? 60 yıldır, Hollanda’yı alın teriyle sulayan, en ağır-zor ve pis şartlarda, işlerde çalıştırılan ve ne kendi ülkesince ne de Hollanda tarafından sahip çıkılmayan insanlarımız artık bu ülkeye yük olmaya başladılar. İçine düştüğü her türlü sosyal, siyasal, kültürel, iktisadî krizin faturasını azınlık gruplarına çıkartan ve ödettiren Batı’ya ‘had’ bildirme ‘dur’ deme zamanı ne vakit gelecek merak ediyorum.
Avrupa genelinde sayıları 100 bini bulmayan Yahudilerin nasıl örgütlü hareket ettiklerini, kendilerine yönelik baskı, propaganda ve eylemleri nasıl bertaraf edip geri teptirdikleri önümüzde bir ibret tablosu gibi durmuyor mu?
Nasıl oluyor da beş yüz bin insanımızı örgütleyemiyor, bir araya getiremiyor, haklarımızı arama ve almada bir eylem birliği içerisine giremiyoruz. “Silahı alıp dağlara çıkalım, vuralım, kıralım” demiyorum elbette, zaten Hollanda’nın coğrafî ve fizikî durumu buna müsait değil. Bir de, ‘vurmak-kırmak’ dinimizin ruhuna aykırı; oysa, “vurdumduymazlık”, “aymazlık”, “nemelazımcılık” da özörgütlerin ruhuna aykırı olan hasletlerdir. Ama her nedense bu hasletlerle donatılmak örgütlerimizin öncelikli projeleri hâline geldi.
Sizler, insanları bilgilendirmede, ufuk açma, hedef ve yol göstermede, örgütlemede, gasp edilen haklarını meşru zeminlerde arama ve almada, lobi oluşturmada, dayanışma ve beraberce hareket etmede, vizyon sunmada ve eylem birliğinde, ‘öncü-önder’ olmanız gerekmiyor mu?… Bu kadar incitilen, hakları gasp edilen toplumumuzun itibarını geri iade etmek için daha ne bekliyoruz? Toplanmanın, silkinmenin, ayağa kalkmanın, meşru alanda tepki vermemin, yürümenin zamanı gelmedi mi artık? En azından sayıları bir milyonu aşan Müslüman kitlesini bu seçimlerde organize ederek sandığa gitmesini sağlayın, lütfen…
Avrupa Parlamentosu seçimleri
6 Haziran 2024 tarihinde Avrupa Parlamentosu seçimleri yapılacak. Avrupa’da yapılan son genel seçimlerde sağa doğru büyük bir yönelme var.
Irkçı partilerin güçlendiği bir süreçten geçiyoruz. Avrupa Parlamentosu’nda bulman 720 üyenin 31’ini Hollanda verecek. Ülkelerin kaderi, geleceği buradan belli olduğu, şekillendiği için bu seçim çok önemeli. Herkesi mazeretsiz oyunu kullanmaya davet ediyorum.
Zeynel Abidin —◄◄