“Ufak taşınan bina yapılmaz
Valla bir ben ölmeyinen Maraş yıkılmaz
Kardeş kalk gidelim, yoldaş kal gidelim”
Enkazın altından “selamünaleyküm” diyerek çıktı Aybüke kız. Gökyüzündeki ay gibiydi, selam ile doğdu. Can bağışlayanın ismiyle, can muştuladı millete. Kendi ellerimizle viran ettiğimiz ve bunun üstüne yine viran olan o güzel şehirlerimizden selam ile çıkacağız. Selâm ile selamete. Aybüke kız, yeniden doğarken, bizlere selâm verdi, boşuna değil.
Hangi kelimelerle olanları anlatabiliriz. Harfler bir araya gelerek bir içli cümle olmaktan imtina ediyor. Ya içimizdekiler… Ne olacak içimizdeki, kalbimizin ta derinliklerinde olanlar. Aklı nereye yollayalım, gözyaşını neyin arkasına gizleyelim. Ya gördüklerimiz. Gördüklerimizi hangi kilitli sandıklar saklar. Gördük ama. Boşuna değil…
Bu dünya yeşil kızıla donanmış bir gelinmiş, baka baka doyamadık. Bu gelin ne etti bize? Elimizdeki küçücük bir tohumu bağrında sakladığımız o uysal toprak, neden bu kadar hırçındı? Eskiden konuşmuşluğumuz, dostluğumuz vardı oysa. Akrabaydık hatta. Bir kusur mu etmiştik bilmeden? Bilmeden olsaydı affederdi, bilerek mi yaptık yoksa? Boşuna değilmiş.
Dondurduğumuz mutlulukları saklayan albüm, duvarda asılı duran çerçeve, sevdiklerimizin kokusunu taşıyan küçücük eşyalar, sandıklar, çeyiz sandıkları toz toprağa karıştı. İnsanın yüreğine ve aklına saplanan o beton yığınlarının arasında, bizi bulur mu? Bulur mu ve yeniden tamir edebilir miyiz? Ahlarımızın arasında bizi sarıp sarmalar mı? O sıcak yuva, o neşe dolu kahkahalar bulur mu bizi? Evim, ey evim, ey hatıralarımın üzerindeki kiremitten çatı, gitti…
“Allah” deyince akan sular durur. Allah annelerin ağzında ne güzel. Anneler ne güzel. O saçlarını süpürge eden annelerle bu vatan ne güzel. Bu güzel annelerin doğurdukları ne güzel. “Başlarını ağırlaştıran / Ağır siyah şelale saçlarını / Tutunca gençleşirdi erkekler” ve bir daha gençleşen erkekler, basübadelmevt sonrası otuz üç yaşın umuduna ermişçesine tekrar dönecekler yüzlerini annelere. O yangın yeri yüreklerini teskin etmek için. Vatan anne yüreği kadar geniş. Annemiz vatan…
Elveda demeden gidenlerin ardından kalakaldığımız an, merhaba diye kolumuza giren kavruk memleket çocukları, Hızır olup yeten erler ve hatunlar, toprağın ve tarihin içinden akan coşkun bir nehir idiler. Metropollerin kargaşasından, yuvarlak masaların etrafında kümelenen lümpenlerin, memleketi aldıklarına göre hesap eden ve değişenlerin çirkinliklerinden azade, duru ve güçlü bir nehir. ‘Baş göz üstüne geldin, gardaş. Can bağışladın’.
Bu nehir nereye akar? Bu nehir, bu gün görmüş günler geçirmiş, sırtında tarihi ve ümidi taşıyan bu nehir nereye akar? Bazen coşan, bazen durulan bu nehir, bu yorgun nehir nereye akar? Ağır ve onurlu bir o kadar dingin bu nehir, kendisini Allah’a bağlayan rahmet yağmurlarıyla bir kez daha ve son kez olmadan millet olma bilincini yeşertecek. Varız. Allah’tan geldik Allah’a gideceğiz…
Kız babası, kızına hazır ettiği çeyiz sandığını sınırları aşan bir şuur ve kardeşlik duygusuyla, tek bir kelâm etmeden ve gözyaşlarıyla, yardım toplayan insanlara teslim ederken, sinir uçlarımıza dokunacak şekilde çizilen sınırların hükmünün artık kalmadığını gördük. Gördük ve gönendik…
Şehirlerimiz… evimiz. Tek bir çakıl taşını bile kıskanmak borcu boynumuzda olan güzel şehirlerimiz. Mekke’nin, Medine’nin ve Kudüs’ün gölgesiyle gölgelenmiş mübarek şehirlerimiz. Toprağa “toprak” diyerek bakmayan, gökyüzüyle kavgalı, çarpılmış gibi ortalıkta dolanan ve sadece yüksek bina dikmeyi marifet sayan azgın Haman’lar eliyle incitildi. Şehirlerimizin ruhlarını incittik. Özür dilemek ve kendimizi affettirmek mecburiyetindeyiz…
Aybüke kız, ‘selamünaleyküm’ dedi yeniden dirilirken. Hesaba gelmez bir çizgi üzerinden. Şehit oldular, amenna. Şehit yani şahit. Allah’a diyecekleri bize dert olsun, hesap etmemiz gerekenleri unutmamamız için. Millet olmak, bir vatana ve bir devlete sahip olmanın ne büyük bir nimet olduğunu ve bunu ahlâk hâline getirmemiz gerektiğini bilmek ve bildirmek sorumluluğu hepimizin omuzlarında.
Kim ne derse desin ‘bizim hüznümüz Allah’adır.’ O, bu milleti boynu bükük bırakmayacaktır. İman ederim. Kendi katına şehit olarak aldığı güzel kardeşlerimizi en güzeliyle rızıklandırsın. Bağrı yanmış kardeşlerimize inşirah versin. Ve bu aziz milleti Hz. Mustafa (AS) efendimize bağışlasın. Amin.
Behçet Ali Şeker
—◄◄