13 Kasım 2024 tarihinde Hollanda Temsilciler Meclisi, “Yahudi düşmanlığı ve İsrail karşıtı nefret söylemleri yaydığı” gerekçesiyle Selefi camilerin kapatılmasını talep eden bir önergeyi kabul etti. BBB lideri Caroline van der Plas tarafından Geert Wilders ve diğer milletvekilleriyle birlikte sunulan bu önerge, koalisyon partilerinin, SGP ve JA21’in desteğiyle meclisten geçti. Önergenin gerekçesi olarak Hollanda’da artan antisemitizm vakaları ve bu durumun şiddet olaylarına yol açtığı iddiaları gösterildi. Ancak burada asıl tartışılması gereken nokta şudur: Hangi camiler “Selefi” olarak nitelendirilecek ve bu kararları kim verecek?

Selefi Kavramının Anlamı ve Çarpıtılması

Öncelikle, “Selefi” kelimesinin İslami terminolojideki gerçek anlamına bakalım. Selef, “önde olan” anlamına gelir ve İslam Peygamberi, sahabeler ve onları takip eden nesilleri ifade eder. Bu anlamıyla bakıldığında, tüm Müslümanlar bir anlamda “selefi”dir çünkü İslam’ın köklerini bu nesillerden alır. Ancak bugün Batı’da ve özellikle politik tartışmalarda, “Selefi” kavramı daraltılarak radikalizm ve aşırılıkla ilişkilendirilmeye çalışılıyor. Bu durum, hem kavramın İslami bağlamını çarpıtıyor hem de Müslüman toplumları hedef alan genellemelere kapı aralıyor.

Bu bağlamda, bir caminin “Selefi” olup olmadığını kim belirleyecek? Hangi kriterlere dayanarak “A camisi Selefi, B camisi değil” denilecek? Bu kararları hangi otorite verecek ve bu otorite, siyasi önyargılardan nasıl bağımsız olacak? Bu soruların cevapları verilmeden alınan bir kararın meşruiyeti ciddi şekilde sorgulanmalıdır.

Hedef Tüm Camiler Mi?

Bu kararın daha derin bir amaca hizmet ettiği görülüyor: Hollanda’daki Müslüman toplumu hedef alarak dini özgürlükleri sınırlandırmak. “Selefi camiler” gibi belirsiz bir kavram kullanılarak, aslında Müslüman toplumun tüm ibadet yerleri tehdit altına alınıyor. Çünkü bu tür genellemeler, selefi kavramının yanlış ve saptırılmış kullanımından kaynaklanıyor. Eğer Selefi kavramını gerçek manasıyla ele alırsak, bu kararla tüm camilerin kapatılması gerektiği anlamına gelir. Ancak bu durumda Hollanda hükümetinin, ülkede yaşayan 1 milyon Müslümanı ve onların ibadet özgürlüklerini yok saydığı gerçeği ortaya çıkar.

Gerçek Niyet Ne?

Görünüşe göre bu tür kavramların kullanımı, toplumsal tepkileri azaltmak ve hedef kitlenin geneli tarafından fark edilmemek için seçiliyor. Açıkça “Müslüman camilerini kapatacağız” denmek yerine, “Selefi camiler” gibi dikkat dağıtıcı bir ifade tercih ediliyor. Ancak bu tür politikalar, uzun vadede toplumu kutuplaştırmaktan ve Hollanda’daki Müslüman toplumu marjinalize etmekten başka bir amaca hizmet etmeyecektir.

Hollanda, dini özgürlükler konusunda dünyaya örnek olan bir ülke olarak tanınmaktadır. Ancak bu karar, hem Hollanda Anayasası’na hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı bir adım teşkil etmektedir. Çünkü bu karar, sadece nefret söylemleriyle mücadele etmeyi değil, bir dini toplumu bütünüyle zan altında bırakmayı hedefliyor.

Birlikte Yaşama Kültürü ve Dini Özgürlükler

Hollanda’da yaklaşık 1 milyon Müslüman yaşamaktadır ve bu insanlar bu ülkenin eşit vatandaşlarıdır. Camiler, sadece ibadet edilen yerler değil, aynı zamanda toplumsal dayanışmanın ve diyalogun merkezleridir. Bir dine veya onun ibadet yerlerine yönelik genellemeci ve dışlayıcı politikalar, birlikte yaşama kültürüne ciddi zararlar verir.

Antisemitizmle mücadele elbette önemlidir ve tüm toplumların bu konuda hassasiyet göstermesi gerekir. Ancak bir topluluğun veya inancın geneline yönelik böyle bir yaklaşım, antisemitizmle mücadele bahanesiyle başka bir nefretin kapısını aralar. Bu mantıkla hareket eden bir hükümet, toplumdaki birlik ve beraberliği sağlamada başarısız olur.

Sonuç

Selefi camilerin kapatılması kararı, hem hukuki hem de toplumsal açıdan sorunlu bir karardır. Bu tür belirsiz ve genelleştirici yaklaşımlar, toplumda din özgürlüğünü zedeleyerek kutuplaşmayı artırır. Hollanda gibi bir ülkede, özgürlüklerin korunması ve toplumlar arasında köprüler kurulması beklenirken, bu tür politikalar bu hedeflerden sapıldığını göstermektedir. Bu nedenle, kararın yeniden değerlendirilmesi ve toplumu daha fazla ayrıştırmadan, gerçek anlamda nefretle mücadeleye odaklanılması gerekir.

Ömer Atıf