İşgal karşıtı İsrailli yönetmen Alon Sahar ile İsrail ordusundan ayrıldıktan sonraki aktivizmini, Filistin yanlısı İsraillilerin zulmün sonlandırılmasındaki rolünü ve Almanya’nın protestolara karşı tutumunu konuştuk.
Alon, bize kendinden ve işgal karşıtı siyasetin nasıl bir parçası hâline geldiğinden bahsedebilir misin?
Tel Aviv’in banliyölerinden birinde, burjuva bir ailede büyüdüm. Yaşım geldiğinde çoğu İsrailli gibi ben de orduya katıldım. İsrail’de askerlik yapmayan iki büyük grup vardır: Ortodoks Yahudiler ve İsrail vatandaşlığına sahip Araplar ve Filistinliler. 2003-2006 yılları arasında askerlik yaptım. Eylül 2005’e kadar Gazze Şeridi’nde bulundum. Tugayım orada görevliydi. Askerî operasyonlar başlamadan önce Gazze Şeridi’ndeki son askerlerden biriydim: En son boşaltılan yerleşim yerlerinden biri olan Salim’de kapanış töreni amacıyla bulunuyorduk. Ağustos 2006’da ordudan terhis olduğumda, genellikle askerlik hizmetinden sonra benim kuşağımdan uzaklara giden pek çok kişi gibi ben de Hindistan’a gittim. Döndüğümde İsrailli bir komedyen için metinler yazmaya başladım. Sonra reklam filmleri yazmaya, hatta bazılarını yönetmeye başladım. Tel Aviv Üniversitesinde film eğitimi aldım. İşte o zaman iki şey birbirini besledi; o ana kadar neredeyse hiç olmayan politik angajmanım ve film yapma yolculuğum.
İsrail ordusundayken bazı istisnalar dışında verilen emirleri sorgulamazdım. Örneğin, bir operasyon için Gazze’deki Filistinli bir ailenin evine girmiştik. Çoğu Filistinli, tanklarıyla İsrail askerî konvoyu geldiğinde evlerinden kaçar. Bu evde yaşayan aile de birkaç dakika içinde kaçmıştı ama orada yaşayan 90 yaşlarındaki yaşlı bir kadın geride kalmıştı. Evdeki fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla küçük çocukları olan bir aileydi ve büyükanne muhtemelen kaçamayacağı için kalmaya mecburdu. Biz de bu büyükanneyle birlikte evde kalmak zorunda kaldık. Çatıya keskin nişancılar yerleştirdik ve aşağıdan gelebilecek bir saldırıya karşın orayı emniyet altına aldık: Bu, “dul kadın” (İng. “straw widow”) adı verilen çok yaygın bir prosedürdür.
“Sağcı Bir Örgüt Tarafından İzlenildim ve Takip Edildim”
3-4 gün boyunca İsrailli askerleri bu kadından “korumak” ve bize kötü bir şey yapmayacağından emin olmak zorundaydık. Ancak çok yaşlı olduğu için onu beslemek, yemek yediğinden ve tuvalete gittiğinden de emin olmamız gerekiyordu. Tuvalete gitmek için bile bizden izin almak zorundaydı. Filistin Kızılayı gelene kadar onunla ilgilendik. O İbranice konuşamıyordu; biz de Arapça konuşamıyorduk. Bu yüzden ona “Fatma” adını verdik. Büyükannem Irak kökenliydi ve o da aynı yaşlardaydı. Kadın, aklıma büyükannemi getirmişti. Bu durumda evrensel olan bir insanlık hâlini gördüm. Bu beni görev sırasında düşünmeye sevk etti. Ama o görevi tamamladıktan sonra bu fikrimi bastırdım ve çalışmaya devam ettim. Fatma nineyi iyi hatırlıyorum çünkü o günlerde terörist olmayan bir insanın gözlerine bakmak zorunda kalmıştım. Bu beni düşündürmüştü, ama bu durum askerliği bırakmak kadar radikal bir şey yapacak kadar güçlü değildi. Askerlikten sonra, Hindistan’dayken bu konu hakkında daha fazla düşünmeye başladım. Özellikle üniversitedeyken konuyla ilgili iki kısa film yaptım. Dünyayı dolaşmak beni bazı Filistinlilerle buluşturdu. Film festivallerinde Filistinlilerle tanıştım.
Hindistan’dayken Gazze’de olanları uzaktan işitmiş ama kamusal söylemi bütünüyle deneyimlememiştim. İsrail Gazze’ye saldırdığında, Gazze’yi tamamen haritadan silmemiz gerektiğini söyleyen çok şiddetli bir söylem kullanır. Bunu İsrail’in 2009 yılındaki saldırısı esnasında ve sonrasında deneyimlemiştim. İsrail’de herkes aynı şeyi söylemiyor olsa da bazı sol görüşlü gruplarda bile bu söylem çok baskındır.
2014 yılındaki saldırıda ise büyük bir şok yaşadım. Geçmişte orada görev yapmış biri olarak Gazze hakkında hiçbir şey bilmeyen insanlara pek çok şeyi açıklamak zorunda kaldım. Birçok insanın, politikacıların ya da medyanın aynı söylemlerini tekrarlayıp durduğunu ve benimle diğer insanlar arasında büyük bir uçurum olduğunu fark ettim: İşte o zaman Breaking the Silence adlı oluşuma katıldım. İlk olarak, İsrail ordusundaki askerlik hizmetim hakkında bir tanıklık verdim. Orada araştırmacı olarak çalışmaya başladım. İşgalin varlığını, bunun bir parçası olduklarını, sorumluluklarını kabul eden ve aynı zamanda onları bu kirli işi yapmaya gönderen topluma daha fazla dikkat çeken terhis olmuş diğer askerlerle hizmetleri hakkında röportajlar yaptım. Bu şekilde kamusal siyasi söyleme aktif olarak katılmaya başladım.
Breaking the Silence’a birkaç köstebek gönderildi ve bunlardan biri sekiz ay boyunca bizi takip etti: Sağcı bir örgüt tarafından izlenildim ve takip edildim. Daha önce gönderdikleri başarısız köstebekler, kısa sürede yanlış olduğunu anladığımız uydurma beyanlarda bulunmuşlardı. Daha sonra Batı Şeria’da gerçekten görev yapmış ve muhtemelen bize anlatacak gerçek hikâyeleri olan kişileri gönderdiler. Verdikleri ifadeleri hâlâ yayınlamadık ama bize yakınlaştılar. Haberimiz olmadan bizi uzun süreler boyunca kaydettiler ve bu materyalleri polise ve istihbarata göndererek bizi “vatan haini” olarak suçlamaya çalıştılar. Ellerinde güçlü bir dava yoktu ama medyada olumsuz bir algı oluşturmakta başarılı oldular.
Breaking the Silence’ta biz, samimi bir kameranın arkasından eski bir askere hizmeti hakkında sorular soruyoruz. İsrail basınında bu durum, askerin sanki sorgulanması gibi algılandı ve oldukça dikkat çekti. Röportajları yayınlamadan önce -askerler adına herhangi bir risk olmaması için- askerî birimlerin anonimleştirme sürecinden geçiriyoruz. Bu röportajlar, birçok muhabir meslektaşım tarafından ağır bir şekilde eleştirilse de ana haber bültenlerinde yayınlandı ve bu yüzden yüzüm birkaç gün boyunca haberlerde gözüktü. Bu çok fazla olumsuz tepkiye yol açtı. Artık İsrail’de yaşayamayacağımı anladım ve Berlin’e taşındım.
Almanya’da bana aktif bir günlük hayat sağlayan şey, burada yaşayan bir grup İsrailli ile tanışmam oldu. 7 Ekim ise gerçekten her şeyi harekete geçirdi. Almanya’nın buradaki Filistin mücadelesine nasıl davrandığını, mücadelenin ve müttefiklerin nasıl baskı altına alındığını ve hatta Yahudilerin bile eleştirel seslerinin sansürlendiğini gördük: Bu bizim için çok fazlaydı. “Barış için İsrailliler” adlı bir grup olarak her hafta Berlin’de Dışişleri Bakanlığı önünde toplanmaya ve protesto gösterileri yapmaya başladık. Hem İsrail hem de Almanya’ya yönelik temel taleplerimiz vardı: Ateşkes, tüm rehinelerin ve siyasi tutukluların serbest bırakılması, rehineler için bir anlaşma yapılması ve siyasi bir çözüm ve barış için çalışılmaya başlanması gibi. Almanya’nın İsrail’e silah gönderdiğini öğrendiğimizde İsrail’in silahlandırılmasının durdurulmasını da talep ettik.
“Değişim Kendi Kendine Gerçekleşmeyecek”
“Kendinden nefret eden Yahudiler” (İng. “self-hating Jew”) olarak algılandığınız ve barış için protesto yapmanın zorluğu düşünülünce işgal karşıtı İsraillilerin seslerinin duyulduğunu düşünüyor musunuz? Sizce bu sesler değişime nasıl katkıda bulunabilir?
Farklı fikirleri bünyesinde barındıran bir grup olarak zaman içinde değişim denilen şeyin kendi kendine gerçekleşmeyeceğini fark ettik. İsrail inanılmaz liberal bir değişimden geçmeyecek. İsrail toplumu işgali sona erdirmeye ve Filistinlilere eşit haklar vermeye karar verecek süper solcu bir hükûmet seçmeyecek. Bir yandan da mücadeleyi tamamen bırakmak istemedik. Bu nedenle mücadeleye devam etmek ve ulusal kurtuluş mücadelelerinde Filistinlilerin müttefiki olduğunuzu kendinize hatırlatmakta fayda var. Öte yandan, bu aynı zamanda İsrail’in kurtuluşunu da sağlayan bir mücadele. İşgalci olmak İsrail’i etik olarak ve finansal olarak değiştiriyor ve bu da pek çok açıdan İsrail aleyhine sonuçlar doğuruyor.
İsrail açısından hem dışarıda (yani uluslararası toplumda) hem de içeride (yani Filistin toplumunda) birlikte çalışılacak insanlar var. Umarım bu insanlar yarının liderleri olurlar ve bir şeyleri içeriden de değiştirirler. Çözüm tabandan, hem Filistin tarafından hem de İsrail tarafından gelmeli. Hem İsrail vatandaşı Filistinlilerin hem de İsrailli Yahudilerin birlikte mücadele ettiği ve genel olarak işgali protesto ettiği çok iyi bir örnekliğe sahibiz. İsrail’in iç kamuoyuna dair de umudum var. Dışarıdan baskıya ihtiyacımız var. Tarihte pek çok kez gördüğümüz gibi, insanlar sadece dışarıdan bir güç olduğunda kendilerini saldırıya uğramış hissediyorlar. Toplumun içindeki azınlık konumunda olan bir gücün böylesi rejimlere karşı bir şansı olmuyor. Bu yüzden ortak bir çaba olması gerekiyor. Maalesef İsrail ve Filistin içindeki mücadele yeterli değil. O bölgedeki insanların yarısı İsrail’in parlamentosu olan Knesset’te oy kullanamıyor, bu önemli bir faktör. İsrail vatandaşı olan Filistinliler bile oy kullanamıyor. Öte yandan Yahudi halkının çoğunluğu işgalin sona erdirilmesini desteklemiyor. Dolayısıyla elde sadece İsrail’deki Filistinlilerin yarısı ve işgalin sona ermesine inanan İsrailli azınlık bir grup kalıyor.
Ayrıca, bu uluslararası bir mesele çünkü İsrail kendi sınırları dışında işgalci konumda olan bir güç. Bunun özellikle de bölgede pek çok sonucu var. Bu yüzden Suriye’de, Lübnan’da, Ürdün’de, Avrupa’da ve dünyanın her yerinde çok sayıda Filistinli mülteci var. Sürgünler ve katliamlar 1948 ve 1967’de olup bitmiş şeyler değil, hâlâ devam ediyorlar. Hem İsrailliler hem de hâlâ bölgede yaşayan Filistinliler açısından bir dirayet meselesi söz konusu.
Berlin’deki Filistin Kongresi polis tarafından dağıtıldı. Alman üniversitelerindeki eylemlere de benzer şekilde sert müdahaleler söz konusu. Almanya’nın İsrail karşıtı protestolara yönelik politikalarını nasıl buluyorsunuz? Berlin’de yaşayan bir İsrailli olarak böyle zamanlarda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Almanya’da İsrail’e karşı eleştirel seslerin kısılması Ekim 2023’te başlamadı. Bu durum müzeler ya da üniversiteler aracılığıyla devam ediyor. “Siyonizmi Öğrenmemek” adlı bir ders vermeye başlayan ve üniversitede saldırıya uğrayan bir meslektaşım var. Böylesi durumlar, 7 Ekim’den beri on kat arttı. Filistinlilere yönelik bir gösteri yasağımız vardı. Birkaç Yahudi Alman olarak gösteri yasağına karşı bir mektup imzaladık ve bunun etrafında bazı kamuoyu çalışmaları yaptık. Bunlar kısa sürede kaldırıldı. Neukölln’de bir emniyet kontrol noktası var: Burada “Siz kimsiniz? Nerelisiniz? Nereye gidiyorsunuz?” gibi sorular soruyorlar. Bazı protestoculara karşı acımasız bir polis şiddeti varken, burada yaşayan İsrailliler olarak biz oldukça güvenli bir şekilde protestolarımızı gerçekleştiriyoruz. Protestolarımıza çok fazla polis müdahalesi olmuyor. Bazen söylediklerimizin yasalara uygun olduğundan emin olmak için pankartlarımızın fotoğraflarını çekiyorlar. Bu da aslında komik bir durum çünkü Almanya, İsrail, Filistin ve Yahudilik hakkındaki söylemi güvenlikçi bir bakışla işlemeye başladı ve tüm bunları bir dizi nedenden ötürü birbirine karıştırdı. Protestoların, işlenen suça ve bunu nasıl yorumladıklarına karışmadığından emin olmak istiyorlar. Bunu yapıyorlar çünkü ortada zaten “aklanmış” bir suç var.
Aynı siyasi sebepten dolayı Almanya’da yaşayan bir İsrailli olarak ben de İsrail’de olup bitenlerden sorumluyum. Yeniden orduya katılmayacak ve doğuştan kurallara uymayı reddeden bir kişi (İng. “refusenik”) olmama rağmen sorumluyum. Yaşananlara karşı sesimi yükseltmek için kolektif bir sorumluluğum var. Alman devletinin de aynı sorumluluğa sahip olduğuna inanıyorum. Ancak bu sorumluluk sadece Yahudi halkı için değil, herkes için özgürlük olarak yorumlanmalı ve kesinlikle Filistinlilerin zararına olmamalı. Alman hükûmeti temelde Yahudi yaşamının Almanya’da ve İsrail’de güvende olması için elinden gelen her şeyi yapacağını söylüyor. Her şeyden önce bu, Holokost’tan çıkarılması gereken evrensel dersin yanlış bir yorumudur: “Bir daha asla, hiç kimse için” ifadesi, “Bir daha asla, sadece Yahudiler için.” anlamına gelmiyor.
İkinci olarak; eğer Yahudilerin ve İsraillilerin gerçekten güvende olmasını istiyorsanız barışı teşvik etmelisiniz, işgali ve savaşı değil. Barış, insanları güvende kılan tek şeydir. Bu, Almanya’nın gerçekten anlamadığı bir şey. Bence Almanya bir devlet olarak Müslümanlara karşı duyduğu korkuyu dışsallaştırıyor, özellikle de Filistinliler konusunda. Irkçılıklarını İsrail’i savunarak dışsallaştırıyorlar. Bunun benim adıma yapılmasını istemiyorum. İsrail’i desteklemedikleri için insanları sınır dışı etmeye bahaneler uydurmalarını istemiyorum. Dinlemeye istekli olsalar bile Almanlar için bunu duymak çok zor çünkü bu mesele artık sadece İsrail ve Filistin ile ilgili değil. Bu Almanlarla ve onların kendi ırkçılıklarıyla ilgili. Almanya’nın İsrail-Filistin politikasını Filistinlilerle ve onların Almanya’daki Müslüman müttefikleriyle mücadele etmek için yürüttüğüne inanıyorum.
“İşgali Sona Erdirmek İçin Yeterince Çaba Gösterilmedi”
Hem İsrail’de hem de Almanya’da yaptığınız protestoların ve işgal karşıtı filmlerinizin bazı olumsuz sonuçları olmasından korkmuyor musunuz?
Ben “kariyerim” adına korkuyorum. Bu dediklerinizin kesinlikle zararı olabilir ama belki de bunu yeterince önemsemeyecek kadar aptalım. Kariyerimin önemli olduğunu hissediyorum. Bu gerçekten açıklayamadığım ilkel bir dürtü. Kısa filmlerimle gerçekten gurur duyuyorum. Umarım daha fazla uzun metrajlı filmim olur. Bunun için daha fazla para gerekiyor ve bu da Avrupa’da genellikle kamu parası anlamına geliyor. Bunun da bazı sonuçları var. Eğer yanlış rejimde yaşıyorsanız -benim İsrail’de olduğum gibi- bu muhtemelen filmlerinizi yapamayacağınız anlamına geliyor. Ama ben 1,5 yaşındaki oğlum Adam’ı büyütmek istiyorum. Onun, İsrail’in Filistin’i işgal etmediği bir gelecekte ve söz konusu işgal hakkında fikrinizi söylemenize izin verilen bir Almanya’da büyümesini istiyorum. Umarım Almanya’nın bu konudaki suç ortaklığı sona erer. Eğer bunu yapmazsam, benim başıma gelen onun da başına gelecek. Bence ailem ve özellikle de onların nesli işgale karşı yeterince konuşmadı: İşgali sona erdirmeyi gündemine alan solcu hükûmetler iktidardayken ve bunu yapmak çok daha kolayken İsrail halkını harekete geçirmek için yeterince çaba göstermediler. Oğlumun da benzer bir durumda olmasını istemiyorum. Ya da en azından “Babam elinden geleni yaptı.” diyebilsin istiyorum.
Siz ve arkadaşlarınız “Barış için İsrailliler” olarak tüm dünyayla birlikte İsrail politikalarını protesto ederken neleri akılda tutmanın önemli olduğunu düşünüyorsunuz?
Avrupa’daki Yahudiler ve Müslümanlar olarak burada birlikte yaşamak istediğimizi hatırlamanın önemli olduğunu düşünüyorum. İnsanların İsrail’de, Filistin’de, adı ne olursa olsun, birlikte yaşama fırsatı ve çözüm ne olursa olsun, ister tek devlet ister iki devlet ya da bir konfederasyon -ki ben şahsen çözümün bu olduğuna inanıyorum- adalete dayanmalıdır. Bir tarafı ya da diğerini devirmeye dayalı olamaz. Bu sadece Filistinliler için değil, her türlü ulusal kurtuluş hareketi için tartışılması zor bir konu: Zira, bir ulusal kurtuluş hareketi ortaya çıktığında ve hem sağ kanat hem de sol kanat başarılı bir şekilde birlikte çalıştığında, daha aşırı ve daha şiddet yanlısı olan ve sivillere zarar vermeye niyetli bazı unsurlara direnmek gerçekten zor. Bence bu, demokrasiyi önemseyen ve eşit haklara önem veren hepimizin her koşulda direnmesi gereken bir şey. Bazı insanlar için bunu duymak zor olabilir çünkü ulusal kurtuluş perspektifiyle bakıldığında şiddet, bazen meşru görülebiliyor. Dışarıdan baskı yapmanın ve birlikte çalışmanın pek çok yolu var. Hem İsrail ve Filistin’de hem de Almanya’daki iş birliğimizle bunu kanıtlamaya çalışıyoruz. İnsanların da bu perspektife daha fazla katılmaya başlayacağını umut ediyoruz.
*** Söyleşinin ikinci kısmı, kısa süre içinde ayrı bir metin olarak yayınlanacaktır.