“Haksız bir davada zirve olmaktansa, hak davada zerre olmayı tercih ederiz. Hayat; iman ve cihattır. Bu iki değere kim sahipse zaferi onlar kazanacaktır. Asıl marifet, yük altında ve hizmet esnasında sadık ve sağlam kalabilmektir. Yoksa çay sohbetlerinde ve edebiyat kürsülerinde kahramanlık satmak kolaydır.” (Necmettin Erbakan)

Aramızdan ayrılışının 13’üncü yıldönümünde ümmetin lideri hocamızı sevgi, saygı, rahmet, minnet ve özlemler anıyorum…

Merhamete sahip çıkalım (Kıssa)

Devesiyle birlikte çölde yürümekte olan bir bedevi, güçlükle yürüyen, susuzluktan dudakları kurumuş bir adama rastlamış. Adam bedeviyi görünce su istemiş. Bedevi devesinden inmiş ona su vermiş. Suyu içen adam birden bedeviyi iterek deveye atladığı gibi kaçmaya başlamış.

Bedevi arkasından bağırmış: “Tamam, deveyi al git ama senden bir ricam var. Sakın bu olayı kimseye anlatma!” Bu isteği tuhaf bulan hırsız biraz duraklayıp, nedenini sormuş: “Eğer bu olayı anlatırsan. Bu her yere yayılır ve insanlar bir daha çölde muhtaç birini gördüklerinde ona asla yardım etmezler.” demiş bedevi.

Ey cani sen bir insanı öldürmedin, insanlığı, merhameti, yardımlaşmayı öldürdün.

İnsanlığın bittiği günlerdeyiz…

İsrail zulmü, katliamı, soykırımı devam ediyor. Bizler sustukça onlar azacak, seyrettikçe onlar daha da canavarlaşacak, müdahale etmedikçe kendilerini haklı sanacak ve daha nice ölümlere, zulümlere, işgallere kapı aralayacak. “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir” ve “Hakkı söylemeyen / haksızlık karşısında susan şeytandır.” Nebevî telkinleri önümüzde dururken biz hâlâ O’nun ümmeti olduğumuzu iddia ediyorsak, bir yerde bir sıkıntı var demektir. Biz en azından sesimiz çıktığı kadar bağırmaya, katiller sürüsünü lanetlemeye devam ediyoruz. Batılı ülkelerden de bu soykırımı lanetleyen sözler ve eylemler duyuyoruz. İçimizi acıtan sadece katil İsrail’in katliamları, işgali, soykırımı değil, İslam coğrafyalarının ve milletlerinin liderliğini yapan kendisini İslam ve Müslüman olarak tanıtanların suskunluğu, tepkisizliği canımızı daha çok yakıyor, içimizi daha çok kanatıyor.

Ha bir de, Doğuş gazetesinin sayfalarından ve websitemizde bu katliamları duyurmamızdan rahatsız olan bir güruh daha var ki, onları da körelmiş vicdanlarına ve Allah’a havale ediyorum.

En azından onların parasal gücünü kırmak için boykota devam edelim ve her hafta sonu düzenlenen mitinglere katılmaya çalışalım. Gücümüz neye yetiyorsa onunla sorumluluğumuzu, insan ve Müslüman olmamızın gereğini yerine getirelim.

Dün Bosna-Hersek’te öldüren Hristiyan’dı, bugün Filistin’de öldüren Yahudi. Önceki gün, Türkiye’de; dışarısı yağmurlu, üşümesin diye taksisine aldığı yolcu tarafından öldürülen de Müslüman Türk idi. İslam’ı tebliğ eden, korumasız, savunmasız bir halk adamı olan Ramazan Pişkin Hoca’yı da öldüren -o ülkede yaşadığı için muhtemelen- bir Müslüman Türk idi…

Suçsuz olarak cana kıyan, bütün insanlığı öldürmüş gibi olur hakikati gereğince, bu cinayetleri işleyenin dini olmaz…

Adı konulmamış acı…

Hayat dolu, etrafına neşe saçan, sohbetleriyle gönüllere muştu saçan iki yakın akraba ve dostunun evlatlarını kısa aralıklarla ebediyete uğurladık. Adı konulamamış bir acı. Tarifi yok, sınırı yok. O iki kişide bu acının insanı nasıl da değiştirdiğine, dönüştürdüğüne şahitlik ettim. Küstüler hayata, keder neşelerini boğdu, sohbetlerine kelepçe vurdu sanki. Rabbim kimseye evlat acısı tattırmasın, yaşatmasın.

Henüz 15 yaşındayken kaybolan bir kızın ardından annesinin düştüğü enkaz görüntüsünü gördük.

Emanet O’nun; veren O, alan O… “O’ndan gelen başımızın üstüne” diyebilmek, “O’ndan geldik, O’na döneceğiz” ayetine sarılıp, sabır ve tevekkül ile musibetlere göğüs germek, bizleri değiştiren, dönüştüren duruş olmalı. Rabbim her musibet karşısında O’nun istediği kul olabilmeyi ve kalabilmeyi nasip etsin. Hasta olup şifa bekleyenlere dualarımızı eksik etmeyelim…

“Gazeteci mi, olsun o da lazım”

4 arkadaş, 10 yıl önce arabayla Türkiye’ye geziye gitmiştik. Dönüşte, Kırşehir-Ankara karayolunda araç bekleyen bir kişiyi gördük. Gideceği yere götürmek için arabamıza aldık. Tanıştık. Vatandaşımız, iş kazası geçirmiş, belli bir tazminat alarak akülü bir engelli arabası almış ama aküsünü çalmışlar. “Acaba destek olurlar mı?” diye de işyerine gelmiş. İşyeri pek oralı olmamış. Biz de akü fiyatını sorduk. Bir meblağ söyledi. Bizde ona hissettirmedin kendi aramızda akü parasını/işini hallettik ve gideceği yere bırakıp, akü parasını verdik. Tabi tanışma sırasında Ünal hocam bizi, “Cihan Bey, 5 tane ilkokulun müdürü, Halil Bey iki üniversite bitirmiş, beden eğitimi öğretmeni, ben bir matbaada işçiyim” diye tanıtırken, o kardeşimiz tanıtılan her isim ve unvan sonrasında “hay maşallah” diyerek sevgi, hayranlık ve teveccühünü ifade ediyordu. Sıra bana geldiğinde “Zeynel Abidin Bey de gazetecidir” dedi. O an araca aldığımız yolcumuz sustu, bana öyle bir baktı ki, “kardeşim ne günah işledin de gazeteci oldun” der gibiydi sanki. Uzun bir suskunluk ve o bakışlardan sonra dilinden kerhen şu cümleler döküldü: “Olsun, o da lazım”

Kimler mi bu onurlu, kutlu mesleği bu hâle getirdi, kimler mi güven ve itibarı yerle yeksan etti?

Gazetecilik neyi gerektirir?

En baştan dürüst ve ahlâklı olmayı gerektirir. Yalana, dolana bulaşmaz, haksızlık edenin karşısında durur. Kalemini satmaz, kan damlatmaz. Eğilmez, bükülmez, dönmez. Yalakalık bilmez.

Yalan yazarsa, konuşması gerekirken susarsa, tehdit ederek yol alırsa, gerçeklere gözünü yumarsa, iftira atarsa Rabbimin ayeti, kulun tespiti karşılar bu gibilerini…

“Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın”

Adam gazetemizde yazan yazarı kapmanın peşinde. İlan veren iş adamını “oraya reklam veriyorsun, bize niye vermiyorsun” diye tehdit ve şantajla çukurlaşmanın hesabında. Aldığı üç kuruşluk ilanla cüceleri yüceleştirmenin derdinde. İşte hâl böyle olunca “Olsun, onlar da lazım” diyoruz… Dünyada renklerin, safların belli olması için, onlara da ihtiyaç var…

Biz kimiz?

Hollanda’nın tanınmış, sevilen simalarından, güçlü bir STK Başkanımıza “Zeynel Abidin kim, Doğuş gazetesi kimin?” türünden bir sual tevcih edilmiş. O da sağ olsun, kendine yakışır bir cevap vererek bizi tanıtmış; savunmuş âdeta… Malum örgüt ile ilgimiz, ilişkimiz, gönül bağımız olup olmadığını da sormuşlar.

25 yıllık gazetecilik hayatımızda bu ilke ve idealimizden asla vazgeçmedik. Kimseye ödün vermedik. Kimsenin gücü, makamı, parasının emri altına girmedik. Birilerinin ülkemize, milletimize ve dinimize ihaneti karşısında en ağır yazıları yazdık. Ölümle tehdit edildik, yılmadık.

Doğuş 25 yıl önce yayın hayatına başlarken onu 3 sac ayağına oturttuk. Birinci ayak, Türkçe dili, konuşulsun, yazılsın, anlaşılsın, unutulmasın idi. İkincisi, dağınık olan, birbirleri arasında duvarlar ören Türkiye insanını asgari müşterekte buluşmasını sağlayacak bir zemin hazırlamak idi. Üçüncüsü de, bedeni Hollanda’da olan, kalbi, ruhu Türkiye’de atan insanlarımızın yönünü yaşadığı ülkeye çevirmek, yatırımlarını buraya yöneltmek, haklarını, sorumluluk ve yükümlülüklerini bilmelerini sağlamak idi. Geriye dönüp baktığımızda da toplumumuzun bu üç hedefe ulaşmasında gazetemizin göz ardı edilmeyecek büyük bir rolü var, elhamdülillah… Hiçbir komplekse kapılmadan hizmet yürüttük. Kırgınlıkların, dargınlıkların bitmesine vesile olduk. Topluma her alanda katılımın yollarını açtık… Hollanda’da yaşayan Türkiye insanının kahir ekseriyeti gazetemizi sahiplendi ve “Doğuş yazıyorsa doğrudur” diyerek bir hakikati ortaya koydu.

Hülâsa Doğuş, ortak menfaatlerimizi savunan, meşru ve helal olan, vatan, millet ve dinî değerlere sahip çıkan bir anlayışın ürünüdür.

Kitap ve Kültür Günleri…

Gazetemizin yayım hayatına başlamasının 25. yıldönümü vesilesiyle üç günlük “Kitap ve Kültür Günleri” adı altında dolu dolu bir organizasyona imza attık. Bu üç gün içerisinde yapılan etkinliklerimizi gazetemizde bulabilirsiniz. Ekim ayında kapsamlı bir resepsiyon ile  çeyrek asırlık hizmeti taçlandırmak istiyoruz.

T.C. Yasama, Yürütme Organlarına Çağrı…

Son bir hafta içerisinde yaşı 38 olan iki tanıdığımın vatandaşlıktan çıktığına üzülerek şahitlik ettim. Askerlik yapmaları için tanınan sürenin yıl sonunda dolacağı haberini alan bu iki yurttaşımız, 5000 küsur euroyu ödeyememekten dolayı T.C. vatandaşlığından ayrıldılar. Benim bildiğim son bir haftada sadece iki kişi. Belki de yaşı gelen yüzlerce insanımız pasaportlarını teslim edecekler. Lütfen bu soruna bir çözüm bulun. Bu çok ağır bir bedel. Bunun vebali ağır olur. En azından ödeme kolaylığı yapın, taksitlendirin ya da makul bir seviyeye çekin. Birilerine 250 bin Euro karşılığında vatandaşlık verilirken, ülkenin asıl vatandaşları da 5000 euroya satılıyor. Kaybettiklerinizin ülkeye belki de yüzbinlerce Euro’luk katkısı, yatırımı olmuştur. Bu sorunun çözülmesi umudu dileğiyle…

Ramazan ayınızı tebrik ediyorum.

Zeynel Abidin          —◄◄  …