Son dönemde Hollanda’da maalesef adaletin ve insan haklarının ihlalinin “istisna” değil “kaide” olmaya başladığını görüyoruz. Doğuş gazetesi için bu yazdığım ikinci makalemde bu konu hakkında size üç örnek vermek istiyorum.

Ondan sonra bu probleme karşılık vermek için iki tane çözüm önermek istiyorum:

Bu hususta sizinle paylaşmak istediğim birinci örneğim, Mark Rutte hükûmetinin bu yılın başındaki istifa nedeni. Hollanda’da çoğu çifte vatandaşlığa sahip göçmen kökenli yaklaşık 30 bin ebeveynin kasıtlı bir şekilde dolandırıcılıkla suçlanarak, mağdur edildiğini ortaya çıkaran çocuk bakımı ödeneği skandalı sonrası suçlamalara hedef olan hükûmet, genel seçimlere iki ay kala istifa etti.

Hollanda Meclis Soruşturma Komisyonu yayımladığı raporda devletin “eşi görülmemiş adaletsizlik”e bulaştığını belirtmişti.

Bu komisyona göre vergi makamları, çifte vatandaşlığı, şüpheli olmak için bir neden olarak gördü. Vergi Dairesi, herhangi bir neden göstermeden, birçok ailenin ödeneğini kesti ve aldıkları yardımı geri ödemeye zorladı. Bunun sonucu ciddi mâli ve sosyal sorunlar ortaya çıktı. Hollanda Ulusal Kamu Denetçisi (Ombudsman) Reiner van Zutphen de çocuk bakımı ödeneği skandalı ile “suçsuz insanların devlet tarafından inanılmaz derecede sert şekilde kurban edildiğini” belirterek, “Bunun Hollanda’da olması çok kötü” demişti.

İkinci örneğim, hükûmetin ve parlamentonun bir süredir ülkede bulunan İslami kuruluşların yurt dışından maddî destek alması konusunu tartışıyor olması.

Hükûmet daha önce Türkiye, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinden, Hollanda’daki cami ve derneklere yapılan maddî yardımların yasaklanmasının mümkün olmadığını açıkladı. Sonra meclis bu amaç doğrultusunda “Özgür Olmayan Ülkelerden Gelen İstenmeyen Etkileri Soruşturma Komisyonu” raporu hazırladı. Konuyla ilgili Hollanda hükûmeti, camilere yurt dışından para akışının yasaklanmasının, yasal olarak mümkün olmadığını açıkladı. Hükûmet, ülkedeki cami ve derneklerde düzenlenen izinsiz Kur’an kurslarının denetlenmesi ve camilere istenmeyen yabancı para akışının önlenmesi için AB makamları ile iş birliği yapılması için daha çok çaba harcanacağını bildirdi. Soruşturma komisyonu üyesi, iktidar ortağı VVD Milletvekili Bente Becker, Türkiye, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinden Hollanda’daki İslami kurum ve kuruluşlara olan para akışının yasaklanmasını istemişti. Becker, Kur’an kurslarında, kadın ve kız çocuklarının haklarının ihlali gibi sorunlu davranışlar varsa, bunların da hükûmet tarafından araştırılıp, yasaklanmasını talep ederken meclisteki siyasi partilerin çoğunluğu bu önerilere destek vermişti.

Üçüncü ve gelecek için belki de en önemli örnek, Hollanda’da siyasi partilerin seçim programlarının hemen hemen yarısının hukuk devleti ilkeleriyle doğrudan çelişiyor olması. Özellikle Müslümanların ve etnik azınlıkların temel hak ve özgürlükleri tehdit altında. Wilders’in PVV’i, Baudet’in Forum voor Democratie’si ve Eerdmans’in JA21 partisi ilk aklımıza gelen partiler olabilir. Bunlar açık açık ırkçılığı ve islamofobiyi öne süren partiler.

Fakat onlardan hariç daha geleneksel olan partiler de gerçekten evrensel insan haklarını ve genel ilkeleri çiğnemekte. VVD Partisi mesela, işine gelmediği zaman uluslararası insan hakları antlaşmalarını devre dışı bırakmak istiyor. CDA Partisi yurt dışından gelen hatipleri kendi değerlerine uygun olmadığı takdirde ülkeye girmelerini engellemek istiyor.

Daha konuşmadan yasaklamak istiyorlar!.. Bu şekilde ifade ve din özgürlüğü gibi önemli ilkeleri tehdit ediyorlar.

Bu örneklere karşılık iki tane çözüm önerisinde bulunmak istiyorum.

Birincisi, Hollanda’nın devlet ve hükûmet sistemiyle alakalı. Yukarıdaki gelişmeleri incelediğimiz zaman devletin eksileri olduğunu görüyoruz. Bunun için NIDA Partisinin programında yer alan yeni bir bakanlık önermek istiyorum: ‘Ministerie voor Mens- en Geloofwaardigheid’. Bu bakanlığın, anayasayı, insan haklarını, insanlığı ve adaleti esas alarak daha iyi bir şekilde güç dengesini sağlamasını lazım. Devlet sisteminde en güçlü bakanlık Hazine ve Maliye Bakanlığı’dır ve ne yazık ki çoğu siyasi önerilerin değerlendirmesi maddî perspektiften yapılıyor. Maddî veya siyasi yönden bir öneri kabul edilebilirse, bu bakanlık anayasaya aykırı olan siyasi eylemleri engellemesi lazım.

İkinci çözüm önerim, güçlü bir şekilde haksızlıklara karşı direnmek ve sesimizi duyurmaktır. Yukarıda bahsettiğim örnekler umutsuzluğa değil hepimizin uyanmasına neden olmalı. Bizim de sesimiz var ve haklarımız var. Bunlara sahip çıkmamız ve sesimizi duyurmamız lazım.  Bunun için önemli bir fırsat olan genel seçimlerde önümüze gelecek.

15, 16 ve 17 Mart’ta kesinlikle oyumuzu kullanalım ve çevremizi de oy kullanmaları için teşvik edelim.

Nurullah Gerdan —◄◄