Simdi Aralık ayının ortalarındayız ve Suriye’deki gelişmelerin başındayız. Tunus’taki seyyar satıcının kendisini yakmasının ardından başlayan Arab Baharı’ndaki hissettiğim sevinci, ardından yaşadığımız hüsranlardan dolayı bu kez yaşayamıyorum.

Hatırlayın hangi hüsranları yaşadık. Hatta Arab Baharı’ndan önce bakın neler neler yaşadık.

Irak: Saddam gitti yerine hâlâ 30 yıldır bir düzen oturtulamadı, Şii-Sünni ve Kürd çatışmaları, huzursuzluğu bir türlü dinmedi.

Afganistan: ülkeyi önce Ruslar işgal etti, onlar çekilmek zorunda kaldı, sonra da Müslümanlar birbirlerinin boğazına sarıldı.

Cezayir: Seçimle gelen bir iktidarı binlerce Müslümanı katlederek alaşağı ettiler.

Arab Baharıyla birlikte neler oldu?

Libya: Kaddafi’yi hiç bir mahkeme ve savunma dahi yapmadan, hangi fıkha ve hukuka göre olduğu bilinmez bir şekilde öldürdüler. Şu anda ise neler olduğuyla ilgili hiç bir fikrim yok.

Tunus: Arab Baharı’nın fitilinin ateşlendiği ülkeye önce sürgündeki Raşit el Gannuşi geri döndü, El Nahda Partisi’nin başına geçti. Cumhurbaşkanlığına kendi elleriyle getirdikleri Kays Said ise, muhtemelen askeri kanattan da güç alarak 25 Temmuz 2021’de meclisi askıya aldı ve Gannuşi’yi demir parmaklıklar arkasına gönderdi. Sadece onunla da sınırlı kalmadı, bir çok kişiyi daha tutukladılar ve Tunus İrade Partisi’ni de kapattılar.

Mısır için herhâlde bir şey söylemeye gerek yok. Nelerin olup bittiğini hepimiz gördük ve Tunus’ta olduğu gibi Mısır da, sonuçta başladığı yere geri döndü.

Suriye: 8 Aralık 2024 günü bayram gibiydi hem Suriye’de hem de Suriyelilerin yaşadığı ülkelerde. İşin en enteresan kısmı, hemen ilk günden Suriye Başbakanı’nın işbirliği mesajı yayınlaması. Hiç bir devlet yönetme tecrübesi olmayan bir güce uzatılan iyi niyetli bir el gibi gözükse de, yukarıda bahsettiğim olaylardan sonra bana hiç de iyi niyetli gibi gelmedi açıkçası. Devlet mekanizmasının nasıl işlediğini bilenler 3-4 adım sonrasının adımlarını hesaplayarak ilerliyorlar. Ki Suriye’deki Başbakan’ın da böyle bir planı olmadığını düşünmek herhâlde çok saflık olur. Tarih, sizi iktidara getiren güçlerin her zaman için bir tehdit unsuru olduklarından onların da bertaraf edilmesi prensibiyle hareket eder. Yani yanınızda bir güç olarak durdukları müddetçe rahat hareket edemezsiniz. O yüzden hem Tunus, hem de Mısır çok güzel yakın tarihî örnekler.

Ezcümle olarak Suriyeli kardeşlerimizin Allah yardımcıları olsun. İnşallah bundan sonra birbirlerinin boğazlarına sarılmazlar, inşallah şu Müslüman ümmet bir zalimin elinden başka zalimlerin ellerine duçar olmaz. Şu ana kadar görüştüğüm Suriyelilerin büyük çoğunluğu Hristiyanlar ve zannediyorum onlar da bu siyasi değişime oldukça mesafeli bakacaklardır. Müslümanlar ise büyük zorluklarla kurdukları düzeni darmadağın edip belirsizliğe kolay kolay yelken açacaklarına da pek ihtimal vermiyorum. Hatta biraz daha özel bilgi vereyim, belki de mesleğimden dolayı olabilir ama, Suriyeliler arasında çok ciddi oranda boşanmalar yaşandı ve hâlâ da yaşanıyor. Temel sebep, zaten sorunlu giden evliliklerin, ekonomik bağımsızlık kazanma imkânı olmasıyla bir çok kadının böyle bir karar vermek durumunda kaldığıdır benim gözlemim. Erkeklerde de ‘1001 zorluklarla geldiğimiz şu ülkede, bunu da mı yaşayacaktık’ diyen hatta o yüzden bu ülkeden nefret edenler bile var.

Hicret

Hicret böyle bir imtihandan geçiriyor işte insanları. Bizde hicret denilince sadece Mekke’den Medine’ye yapılan bir yolculuk algısı var, fakat bunun ekonomik-psikolojik olarak nasıl yaşandığı ile ilgili ben detaylı bir çalışma görmedim. Sadece Hadis ve Siyer kaynaklarında satır aralarından veriler toplamaya çalışıyorum. Örneğin hepimizde oluşan algı; hicret edildi ve sanki herkes Mescid-i Nebevi’de yaşıyormuş gibi anlatılıyor. Her ne kadar insanlar Ensar’ın evlerine yerleştirilmiş olmasına rağmen. Peki geçimlerini nasıl sağladılar?

Rahmetullahi aleyh, Ebu Hureyre’ye ‘sen neden bu kadar çok hadis biliyorsun?’ diye serzenişte bulununca o da ‘siz çarşı pazarda uğraşırken, ben hep O’nun yanındaydım’ demesi, kendisine yardım teklif edilen bir sahabi ‘bana çarşının yerini gösterin’ demesi gibi, Müslümanlar ‘kendi maişetlerini kendileri karşılamak zorundalardı’ manzarası ortaya çıkıyor. Kendilerine  ise Yahudiler sürgün edildikten sonra  ancak evler tahsis edilebildi.

Böyle bir belirsizlik içerisinde yaşayabilmeyi tahayyül edebiliyor musunuz? Konuştuğum Suriyeli, Yunanistan’dan İtalya’ya geçerken bir sürü insanın sularda boğulduğundan bahsediyordu. Yani hem yolculuğun tehlikesi hem de vardığınız ülkedeki yaşadığınız hayal kırıklıkları ve sorunlar. Hele hele bir de o ülkenin zengini iken sonra sıfıra inmek.

Bu hayatta hiç bir şey garanti değil. Hatta şu yaşadığımız ülke bile. Hiç kimse açık açık bir şey söylemiyor, düşündüklerini, hissettiklerini ifşa etmiyor.

Yine de ben açıktan açığa sorayım: 100 yıl sonra Türkiyeli ve Faslı Müslümanların geleceği için bir tahminde bulunabilir misiniz? Dünya bugünkü gibi demokratik kalabilecek mi, yoksa tarih tekerrür mü edecek? Bizim yaşımızda artık 2-3-4 kuşak sonrasının hesaplarını yapmak gerekiyor. Belki de soruyorsunuz, ‘sen olsan ne yaparsın?’ diye. Tabii ki ben de düşündüm ve şu sonucu çıkardım: Eğer bugün 20-30’lu yaşlarda olsaydım ve bir de meslek sahibiysem, Müslümanca yaşayabileceğim, Müslüman bir ülkeyi tercih eder, geleceğimi orada kurardım.

Ergün Madak    —◄◄