“Hayat ne gideni geri getirir, ne de kaybettiğin zamanı geri çevirir. Ya yaşaman gerekenleri zamanında yaşayacaksın, ya da yaşamadım diye ağlamayacaksın.”
“Herkes insanlığın kötüye gittiğini kabul eder ama hiç kimse kendisinin kötüye gittiğini kabul etmez. Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür ama hiç kimse önce kendini değiştirmeyi düşünmez.” (Tolstoy)
Çocuklarımız zehirleniyor!
7 yaşındaki torunum kamu okullarından birine gidiyor ve henüz üçüncü sınıfta. Her ay farklı bir tema işlenen okulda ‘İlkbahar’ın gelişiyle yaşanan değişikliklere değinilmiş. “İnsanların aşık olması, güneşle birlikte cinsel arzularının artması ve buna bağlı olarak birlikte olmak, evlenmek” konuları işlenmiş.
ilk ders sonrasında torunum annesine şunları soruyor: “Anne, seks yapmak ne demek? Kızlar evlenmek isterse illa da erkeklerle evlenmesi gerekmiyormuş; oğlanlar da illa kızlarla evlenmesi gerekmiyormuş… Ben evlenmek istersem bir kızla evlenebiliyormuşum…”
Şimdi bir devlet ilkokulunda ilkbahar teması adı altına 10 yaşın altındaki çocuklar bu tür bir rezalet ile karşı karşıyaysa, varın siz orta ve lise dengi okulların hâlini düşünün.
Kaldı ki, bu okulda okuyan talebelerin yüzde 80’ini Müslümanlar oluşturuyor. Mahallemizde salyangoz satanlara veliler mutlaka cevap verecektir ama bizim bundan önce yapmamız gereken bir şey var, o da; yanı başımızdaki İslam okullarına destek vermek ve çocuklarımızı oralara kaydettirmektir.
Elbette torunumun duydukları tabu olarak kalacak değil ama, o bilgileri öğreneceği yaşa geldiğinde mutlaka öğrenecektir, yoksa daha okumayı bile sökememiş bir çocuğa böyle bir zehri yutturmak, hazmedilir cinsten olmasa gerek.
Hollanda Eğitim Bakanlığı müfredatına göre eğitim veren İslam okulları, çocuğun müspet ilimleri öğrenmesinin yanında İslami bir donanıma da sahip olarak yetişmesine de zemin hazırlıyor.
Kimlik ve kişilik kazanıyor, değerlerine sahip çıkıyor, onları yaşıyor ve yaşatma çabası içerisine giriyor. Kendine olan güveni, toplumsal katılımı artıyor. Çalmıyor, haramdan sakınıyor, helal ve yasal olanı arıyor. Bu ülke ve insanına hizmet etmek için âdeta yarışıyor. İşte böyle bir neslin yetişmesi için İslam okulları yöneticileri ve öğretmenleri gece gündüz uğraşıyor. Siz hâlâ böyle bir tercih yapmadınız mı? Kararınızı verin, ya çocuklarınız Freud ve Darvinist düşünce akımıyla zehirlenecekler ya da İslam’ın bütün insanlığa sunduğu o güzellikleri tadarak yaşayacaklar…. İşte sırf bu yüzden İslami okullara sahip çıkılmalıdır?
İyilik hangi dinden? Ya da hangi dilden konuşur?
Zulüm en ağır hâliyle sürüyor, ölüm yağıyor masumların başından. En küçük bir pişmanlık duymadan, vicdani rahatsızlık duymadan her gün yeni bir saldırı ile vahşete, soykırıma kapı aralanıyor. Dünya halkları ayakta. Üniversiteler toplu direnişte. İslam coğrafyaları sessiz, suskun, tepkisiz…
İyiliğin dini ve dili olmadığını geçen hafta sonu Fransa’da karşılaştığımız bir sorun neticesinde bir kez daha anladım.
Paralı otobanda arabamızın tekeri yarıldı. Şükür büyük bir faciayı sıkıntısız atlattık. ANWB üyeliğimizin bir karşılığı olsun diye kurumu aradık. Bizi çekici ile alıp anlaşmalı oldukları bir tamirhaneye getirdiler. Cumartesi gecesi olduğu için o gün yardımcı olamayacaklarını Pazar günü de genel bir tatil olmasından dolayı bizi iki gün otelde ağırlayabileceklerini söylediler. Biz de söylenene uyduk, otele yerleştik. Ama Pazartesi gününü bekleyemezdik. Rotterdam’a 700 km uzakta olmamıza rağmen, oradan çocuklara teker getirtmeyi bile planladık. Bir çözüm olarak çevremizi kolaçan ettik. Hollanda’da o hizmet kurumunda çalışan Oğuz kardeşimize ulaştık, o da bize 250 km uzakta ikamet eden kuzeni vasıtasıyla bize bir teker buldu ve pazar sabahı o uzun yolu bizim için teperek ihtiyacımız olan tekeri getirdi. Erkan kardeşimiz bizi tanımamasına rağmen bu iyiliği en küçük bir karşılık beklemeden, hem de işini bırakarak yaptı. Bu bir insani ve İslami yaklaşımdı. Bu yardımı yapan ve bizim sıkıntımızı gideren bu iki kardeşimize yol boyunca dualar ettik.
Bizi otele bırakıp aracımızı tamirhaneye götüren Fransız görevli ile teker ayarlamamız durumunda bize yardımcı olup olamayacağını sorduk. O da her türlü yardımı yapacağının sözünü verdi. Biz de o söze dayanarak sabah tamirhanenin kapısına dayandık. Bizi güler yüzle karşıladı. “Ben 4 kişinin canını tehlikeye atmam, tekerin numarasında bir numara değişiklik bile olsa tekeri değiştirmem” dedi. Teker numarası tuttu, arızayı giderdi, diğer lastiklere hava bastı, yağı, suyu kontrol etti. Eksik olanları ilave etti. Çıkışta bizim bir yerlere çarpabileceğimizi düşünerek, aracı garajdan kendi sürerek çıktı. o hâliyle bize teslim etti. Bu iyiliğin adı da Fransız bir Hristiyan idi.
Dünya bu iyilik, merhamet duygularına aç. Bundan dolayı biz karşılıksız iyilikte yarışalım. Bize ulaşan o günahsız ağızlardan yapılan dualar da bizim en büyük kazancımız olacaktır. Zira bizler yol boyunca onları dualarla andık, iyiliğin zorlukları nasıl da aştığına, kilitli kapıları açtığına şahitlik ettik. Bu vesileyle ben tekrar yüreğinde iyilik, merhamet barındıran bu güzel insanlara buradan şükranlarımı sunuyor, dualar yolluyorum.
Acımasızlığın yüreklerimizi işgal ettiği günümüzde merhamet duygularını yeşertmek de bize düşüyor. İki farklı din ve ırktan insan profilinin ortak özelliği insan olmak, insan kalmak, insan gibi yaşamaktı… Bunun da bütün insanlığa bir iyilik olarak geri dönüyor olması geleceğe olan umudumuzu büyütüyor…
…
Hikmet Gür’ü rahmetle anıyorum…
Hollanda’ya geldiğimiz günlerden itibaren tanıdığımız koca yürekli bir dostumuzu kaybettik. Vefatını güvenilir kaynaktan duymama rağmen “şaka” sandım, inanamadım. Gazetecilik hayatına başladığında ilişkimiz daha da güçlendi. Çoğunuzun tanıdığı Hikmet Gür abiden bahsediyorum. Zaman zaman arar, saatlerce konuştuğumuz olurdu. Umutları, hayalleri, beklentileri ile ebediyete göçtü. Rabbim rahmetiyle muamele buyursun. Mekânı cennet olsun. Aile ve sevenlerine sabır ve başsağlığı diliyorum.
35 yıldır Cuma akşamları terk etmediğimiz bir alışkanlığımız var. 15 kişilik bir grup arkadaşla voleybol oynuyoruz. Dinlenme sırasında telefonu elime aldığımda Çelebi kardeşim “Hikmet Gür için bir şeyler mi yazıyorsun?” diye sordu. “Eğer benim için de bir şeyler yazacaksan ölmeden önce yaz ki okuyayım, ben öldükten sonra sakın bir şey yazma” diye uyardı.
Haklıydı, ben şimdi Hikmet abinin ardından ona duyduğum sevgiyi, saygıyı, muhabbeti anlatsam, onun iyi bir insan olduğuna dair sayfalar dolusu destanlar yazsam ne anlam ifade edecek…
Bence dostlarımıza hayattayken sahip çıkmalı, kucaklamalı, sevdiğimizi haykırmalıyız. Onların iyiliğini anlatmalı, karşılıklı sevgi ve muhabbeti çoğaltmalıyız. Yoksa içimizi acıtan, yakan büyük bir pişmanlık ateşinin içerisine atılırız da yanarız…
…
Vatandaşın çaresizliği ve haklı tepkisi…
İzin dönemi yaklaşıyor. İnsanlarımız uçak biletlerinin fahiş yükselişi karşısında şaşkın ve çaresizler. Bir yılı çalışarak geçiren insanların doğal olarak dinlenmeye ihtiyaçları oluyor. Bunun da en iyi ve uygun olarak memleketlerinde olacağını bildikleri için ilk tercihleri ana vatanları Türkiye oluyor. Hollandalı bir turist, 1000 euro vererek uçak fiyatı da dahil olmak üzere 10 gün boyunca 5 yıldızlı otelde tatil yaparken; Türkiye insanının sadece uçak biletine 1000 euro ödemesi akıllara durgunluk veriyor.
İnsanlarımızın sorunları sadece bununla da bitmiyor. Kurban Bayramı diye kurbanlıkların iki kat fiyat artışı yaşaması, hac fiyatlarının korkunç bir meblağa ulaşması da yine şikâyet ve sorunların başında geliyor. Bunun bir fırsatçılık olduğu da aşikâr. Zira üç sezon boyunca ortalama 350 eurodan satılan uçak biletlerinin “izin dönemi” diye 1000 euroya satılması hangi gerekçeyle açıklanabilir ki…
Yine aynı izin dönemi diye fiyatların katlanarak artması, kurbanlıkların fahiş fiyata satılması da fırsatçılığın bir göstergesidir. Bu hadsizliğe, bu fırsatçı anlayışa toplum olarak bir tepki vermek gerekiyor. Bunu da STK’lar öncülüğünde hayata geçirmemiz lazım.
Arabayla gitse, orada bıraksa o da ayrı bir dert…
…
Hollanda’yı, özellikle göçmenleri zor günle bekliyor
Hollanda’da sağ ve aşırı sağ partiler, 6 ay süren pazarlıklar sonrası başbakanlık koltuğu için bir isim üzerinde anlaştı. Koalisyon hükûmetine Dick Schoof liderlik edecek. Hükûmeti oluşturan dört partinin başbakan olması konusunda üzerinde anlaştığı Schoof, Hollanda’da güvenlik ve sığınma konularındaki en etkin isimlerden birisi oldu. Hollanda İstihbarat Teşkilatı ve Ulusal Terörle Mücadele Koordinatörlüğü yapmış biri olan Dick Schoof, 2000 yılında hazırlanan Yabancılar Yasası’nın da mimarlarındandı.
Yani müstakbel başbakanımızın karnesi İslam, Müslüman, göçmenler konusunda en az Wilders kadar kırık notlarla dolu. Bundan dolayı bu gidişatın sonlandırılması da bizim elimizde. 6 Haziran Perşembe günü Avrupa Parlamentosu seçimleri için sandığa gidilecek. Eğer 5 dakikamızı ayıracak vaktimiz yoksa bize daha çok ikramiye olarak bu tür yöneticiler çıkar. Çıkmakla kalmaz bizim de canımıza okurlar. AP adaylarından Ufuk Kâhya ile yaptığımız söyleşide de okuyacağınız gibi Hollanda’yı zor ve karanlık günler beklemekte. Ülkelerin siyasi kararlarının şekillendiği Avrupa Parlamentosu’nda varlık gösteremezsek, bu zorlu süreci ve karanlık günlerin müsebbipleri de bizler olacağız.
Kurban Bayramınızı tebrik ediyor, insanlığın kurtuluşuna vesile olmasını diliyorum…
Zeynel Abidin